MAHŞER MİDİLLİSİ
***İkinci Bölüm***
"Yolcu"
Ayça'dan
Hayat, sizi her zaman sınar. Sizin ne mi yapmanız gerek? Hayata ana avrat sövün. Sağlam okkalı küfürler olsun.
Babamın fevri kararı sonrası beşinci gündeyiz. Babam, anneannemin yaşadığı ilçeye ilk gideni bulunca beni de postalamaya karar kıldı. Ne kadar bekletirse o kadar kötüydü onun için.
Hiçbir yolunu bulamamıştı. Ne ikna olmuş ne de kanmıştı. Kaderime kederli bir şekilde mahkum olamazdı. Elden bir şey gelmiyorsa muhakkak ki dudaklardan gelirdi. Gülümseyebilir ve hatta kahkaha bile atabilirdim.
Kederli olsam bile.
Dünyada gülmek diye bir şey yaratılmışsa ve mutluluk elde edilen bir zaferse bunun hükümdarlığını yapmalıydım. Tilki çiftliğini ve cin şişeleri güçlü tutmalıydım.
Hayattaki tek ortağım, canım kırklı yaşlarında yaşayan kankama döndüm. Kendisi anne ve babamın kanına dokunmadan kalbinden kardeşiydi. Bende otomatik olarak yeğeni olarak hayatına girip sömürüyordum.
"Göktuğ amca ben gelene kadar babam sana emanet. Yaklaşık bir hafta kadar."
Bu kadar bile sürmeyebilirdi. Onlarda bunu biliyor olmalıydılar. Ama havada ve karada kırk yeminle Ayça süründürme operasyonu yapıyorlardı. Şafakta kaldırılmasam da öğlene yakın bir saatte aparmanın önündeki kaldırımdaydık.
Göktuğ amca beni alamaya gelecek kişiyi beklerken saçlarımı okşadı. "Eh be kızım, bunun bir fırsat olduğunu anlasan. Bak yeni bir okula başlayacaksın. Çok iyi bir eğitimi olan bir okul. Derslerine dikkatini versen... Sınava kaldır burada beş ay."
Ne sınavı? Hayat yaradanın bizi sınaması değil miydi? Daha ne diye ÖSSYM'YE kul oluyorduk. Beni sadece yaradan sınayabilirdi.
Onun şefkatini bozmamak için kendi hür ve tartışılsa da asla vazgeçmeyeceğim düşüncelerimi kendime sakladım. Saçlarımı düzelterek güzelce sevdi. Tüm güzel sevgiyi üzerime çektim.
Ben, o ve babam...
Annem öldükten sonra çete gibi olmuştuk. Babam polis o ise milli eğitimde müfettişti. Her haltı ederdim, benim kuyruk hiç sıkışmazdı. Şimdiyse beni gönderiyorlardı. Sanki oyundan atılıyor gibi hissediyordum.
Ama çok drama gerek duymuyorum, anneannem beni gerisin geri postalar. O kadın beni hiç sevmezdi. Şimdi kısa bir serüven olacaktı. Anı biriktirecek ve edebi bir tavırla günlük satın alıp yaşanmışlıklarımı oraya geçirecektim. Ne de olsa artık bir okulum yoktu. Çok fazla boş vaktim vardı. Her birinde nasıl bir kimlik istersem öyle davranabilirdim.
Bundan başka çarem yoktu.
Yoksa sıkıntıdan ölürdüm. Hiçbir işte çalışamayacağım ve hiçbirinin bana uygun olmayacağına emin olduğum için sokakta başı boş kalırdım. Bana ben olmak için malzemem gerekiyordu. Tüm oyuncaklar insanlardı, asla onlardan uzakta duramazdım.
Bilmiş bir tavırla çenemi hafif kaldırarak konuştum. Bakışlarımda yaşlıların sükûneti vardı. "Çoğu zaman ne düşünüyorum biliyor musun Göktuğ amca?" dedim aklı başında bir şekilde.
Gülümseyerek şakağıma işaret parmağı ile vurdu. "Çoğu zaman ne geçermiş bu deli zekâdan?"
En eskiyen hayat sayfalarına mazi denir. Mazideki karalanmış her cümleye de yanlış değil unutulmaya çalışılmış denir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mahşer Midillisi
Teen Fiction"Dünya mahşer meydanına dönse dahi sonunda ben yine gülümseyeceğim. Benim olayım bu." Artık çözülemez bir sorun haline gelen Ayça, anneannesinin yanına kasabaya gönderilir. Antisosyal olan on dokuz yaşındaki kız için kurulan tüm düzenler, planlanan...