Mescur: Kızgın, öfkeli, alevli ateş. Firavun'un battığı deniz. Taşkın su.
31 Ekim 2016
13.57
Derya'nın telefonunun ardından Bora beni alelacele eve bırakmıştı. Eve geldiğimde ise karşılaştığım manzara hiç iç açıcı değildi maalesef. Derya haberi öğrenir öğrenmez eve gelmesine rağmen anneannemin gazetedeki haberleri görmesine mani olamamıştı. Bu yüzden de ikisi beni gelir gelmez odama çekip derin bir sorguya almışlardı. Ki tüm bu yaşadıklarımın da henüz fragman olduğunun farkındaydım. Sonuçta dedem evde olduğu için Nesrin Sultan kızarken çok sesini çıkaramamıştı. Beni evde tek yakaladığı ilk anda şey mi dostum yine yangınlar yine ben olacaktım. Neyse ki dedemin olan olayların hiçbirinden haberi yoktu.
Ben geldiğimde Derya ve anneannem olaya tamamen el atmış durumdaydı. Evdeki bütün gazeteleri ışık hızına eş bir hızla toplayarak fıstıklı helvamın yapılmasını engellemişlerdi. Dedemin telefondan haber okuma gibi bir alışkanlığı olmaması da sığınabileceğim tek liman olarak umutlarımı hala taze tutmamı sağlıyordu. Allah'ım bunlar ne büyük acılardı? Birazdan kumarda tüm mal varlığını kaybeden Serdar Ortaç gibi hayat beni neden yoruyorsun deyip yerlere çökerek bayılacaktım.
Şimdi ise üçümüz mutfakta oturmuş ne yapacağımızı düşünüyorduk kara kara. Daha doğrusu ben, anneannemi Bora'yla olan ilişkimizin ciddi olduğu konusunda ikna etmeye çalışıyordum. Tamam, ben de bir yıl boyunca bu durumu saklayamayacağımı biliyordum ama bu kadar erken olması beni hazırlıksız yakalamıştı. Üstelik bu şekilde.
Bu konu üstüne daha önce hiç düşünmediğim gibi karşımdaki kişinin yılların kül yutmaz Nesrin hocası olması da işlerin daha çok içinden çıkılmaz bir hale gelmesine neden oluyordu.
"Hadi dedene bir şekilde açıkladık durumu, gece nerede kaldığını nasıl söyleyeceğiz İlke? Adam duysa kalpten gider. Bilmiyor musun kızım sen dedenin huyunu?" Anneannemin kısık olmasına karşın sert çıkan sesiyle yutkundum. Odamda beni azarlarken nerede olduğumu da söylemek zorunda kalmıştım. Zaten Derya'nın eve yalnız gelmesinden az çok anlamıştı ve inkar etmem onun daha çok sinirlenmesine yol açacağını bildiğim için yalan söyleyememiştim.
"Haberleri görmezse sorun olmaz. Hem sen sabah toparlamışsın durumu zaten." Tereddütlü çıkan sesimle birlikte öfkeli bir soluk aldı. Gözlerine baktığımda bana ne kadar sinirli olduğu açıkça ortadaydı.
"Utanmadan bu yalanı devam mı ettirelim yani? Kırk küsur senelik kocama hiçbir durumda yalan söylemeyen beni bu yaşımdan sonra ne hallere soktun. Ah İlke farkında mısın neler yaptığının?"
"Özür dilerim sultanım. Söz veriyorum bir daha böyle bir durum yaşanmayacak." Titrek çıkan sesimin karşısında yüzündeki sert ifade yumuşamıştı. Anneannem ne kadar sinirli biri gibi dursa da yufka yürekliydi. Ağlamamıza dayanamadığı için de çabucak affederdi. Çabuk parlayıp çabuk sönen bir yapısı olması ilk kez bu kadar çok işime yarıyordu. Dedemse tam tersiydi zor sinirlenirdi ve sinirlenince uzun süre affetmezdi.
"Ben ona uygun bir şekilde anlatırım durumları. Ama İlke, bir daha sakladığın tek bir şeyi yakalayayım bu kadar sakin kalmam. O bakımı için binbir emek verdiğin saçlarını tek tek yolar ibret olsun diye mahalle meydanına dikerim." Onaylamak için kafamı hızla salladım.
"Söz veriyorum bir daha senden habersiz bir iş yapmayacağım. Yeter ki dedem öğrenmesin." Dedemi tanıyordum. Eğer öğrenirse adamın kalbine bile inebilirdi. Yıllarca her konuda bana güvenmişti, ben de onun güvenini sarsacak hiçbir şey yapmamıştım. Ama erkekler konusunda her zaman temkinliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İlkyaz Fırtınası
General FictionAhmet Bora İnanoğlu. Hayatını altmış dört karelik satranç tahtasına sığdırmış bir adam. O, şah değildi. Öylece durup korunmayı beklemezdi. O, tüm hakimiyetin elinde olmasını isterdi. Olaylara istediği gibi yön verir ve kazanana dek savaşırdı. O, bu...