Erinç: Huzur, rahat, dirlik.
3 Aralık 2016
23.57
Huzur.
Üstüne milyonlarca kelime yazılan, yokluğunda evlilikleri bitirip çocuklarda derin travmalar bırakabilecek o kelime. Aslında söylemesi ne kadar kolaydı. Ama bu kolaylığın aksine onu bulmak da bir o kadar zordu.
Aşık olduğun birinin yanında huzur bulamadığın sürece ne kadar sürdürülebilir olurdu ki aşk? Ya da huzursuz bir evde ne kadar mutlu olabilirdi çocuklar?
Bunu ilk elden deneyimlediğim için cevap çok açıktı: Hiç.
Annem, babamı uğruna ölecek kadar çok aşıktı ama bu, evimizin huzur rüzgârlarıyla sarmalamasına yetmemişti. Aksine evimizin içi çoğu zaman soğuk savaştan muzdarip ülkeler gibi ruhsuz ve hissiz olurdu. Bu da benim kendimi bildim bileli diken üstünde oturmama sebep olmuştu. Sonra ise anneannem ve dedemin yanında huzur denen büyüleyici kelimenin beni sarmalamasına izin vermiştim. Dedemlerin evleri huzur dolu ve sıcacıktı fakat bana ait değildi. Ben o huzurun üstüne kısa bir süre konup sonra kanat çırpan bir güvercinden farksız değildim.
Şimdi ise hemen yanı başında oturduğum adam yıllarca aradığım o kelimeyi ta en derinlerimde hissetmeme sebep olmuştu. Sanki dalgalarıyla kayaları döven deniz içimde sessiz sakin bir limana yanaşmıştı. Ya da baharda açan tüm çiçekler filiz vermişti de kokuları etrafımı çepeçevre sarmıştı. Bora'nın yanında olmak tam olarak böyle hissettiriyordu. Beni çoğu zaman ateşiyle kavuran bu adam verdiği can suyuyla da beni tekrar yaşama bağlayabiliyordu.
"Bak hiçbir şey yemiyorsun. Şimdi amcam bunları bıraktığını görürse yaşına başına hiç bakmadan kızar sana." Bora'nın sesiyle tüm o düşüncelerimden arınıp odağımı tamamen ona doğru yönelttim. Tabağımdaki körili tavuk soteden bir parça alıp bana doğru uzatıyordu. Hiç düşünmeden uzattığı tavuk parçasını dudaklarımın arasına aldım.
Çiğnediğim parçayı yuttuktan sonra gözlerimi dev ekrana çevirdim. Bora bir şekilde tekrarını bulmuş ve televizyona bağlamıştı. Az önce korkudan tir tir titrediğim bu restoranda şu an keyifle bu maçı izliyor olmam bir mucizeydi.
"Fabri çık oğlum kaleden!" Tekrar maça odaklandığımda ilk yarısındaydık henüz ve Fenerbahçe'nin atakları hız kesmeden devam ediyordu. Özellikle Hasan Ali'nin getirdiği toplar tehlike oluşturuyordu. Ben de bu heyecana daha fazla dayanamayıp kalecimizin ismini zikretmiştim yüksek sesle.
Topu dışarı vurmalarıyla derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Gözümün ucuyla Bora'ya baktığımda o da tıpkı benim gibi pür dikkat maçı izliyordu. İlk başta izlemek istemeyip -ki bunun nedeni de gün gibi ortadaydı- şu an bu kadar dikkatle izlemesi beni mutlu etmişti.
Hakem olmayan faul karşısında Quaresma'ya sarı kart çıkarttığı da öfkeyle ayağa kalktım.
"Neresi faul bunun! Bir de faul olmadığı yetmezmiş gibi kart gösteriyor adama!" Öfkeyle söylediğim sözlerden sonra Bora yavaşça elimi tutup tekrar oturmam için işaret etti. Neyse ki restoranda şu an kimse yoktu da kimseyi rahatsız etmiyorduk.
"Topsuz alanda müdahale ediyor. Kırmızı yemediğine dua etsin." Maçın başından beri ilk defa maçla ilgili yorum yapmıştı ve bu beni bir hayli şaşırtmaya yetmişti.
"Tabii, hakemler Fener'in şampiyon olması için yol açıyor. Senin de böyle konuşman normal." Şaşkınlıktan kolayca sıyrılıp söylediğim cümlenin ardından Bora'nın çene hattı gözle görülür şekilde kasılmıştı.
"Hadi az önceki gibi sessizce maçını izle İlke," dedi ama sesi kontrollüydü. Bora'nın bir şeylere sinirlendiğini anlamak kolaydı ama bazı zamanlar o kadar ustaca saklıyordu ki bunu hiçbir şey fark edemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İlkyaz Fırtınası
Ficción GeneralAhmet Bora İnanoğlu. Hayatını altmış dört karelik satranç tahtasına sığdırmış bir adam. O, şah değildi. Öylece durup korunmayı beklemezdi. O, tüm hakimiyetin elinde olmasını isterdi. Olaylara istediği gibi yön verir ve kazanana dek savaşırdı. O, bu...