Serencam: Bir olayın, bir işin sonu.
17 Ekim 2016
Soğumaya yüz tutmuş kahvemi birkaç yudumda içerken gözlerim önümdeki ekranda olan yazılardaydı. Üç gündür uğraştığım iş sonunda bitmiş eksik kalmış yerleri var mı diye kontrol ediyordum. Gözlerim satırların arasında gezinirken bir hafta önce gerçekleşen olaylar aklıma gelince olduğum yerde rahatsızca kıpırdandım.
Beni gerçek anlamda tanıdığını söylemişti.
Elbette Bora İnanoğlu gibi bir adamın beni o yarım maskenin altından tanıyacağına neredeyse emindim. Yüzde birlik bir ihtimalin gerçekleşmesine tutunmak istemiştim ama ne yazık ki o da gerçekleşmemişti. Ama asıl demek istediği şey ise o günkü ses tonundan anlaşılıyordu. Ne yaptığımı gayet iyi biliyordu. Arslan Bey'le olan anlaşmamızdan haberi var mıydı yoksa her şeyi bilmesi bunu kapsamıyor muydu? Neleri ne kadar bildiğini bilmiyordum ama bir şeyler hakkında bilgi sahibi olduğu kesindi.
Bunların cevaplarını bilmem de mümkün değildi zaten. Çünkü kendisi bir haftadır şirkete gelmiyordu.
Stres dolu geçen haftasonumun ardından şirkete gelirken oldukça gergindim. Hatta bir noktada gerginlikten bayılacağıma emindim fakat asla geç gelmeyen patronumu odasında görememek bütün gerginliğimi alıp yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Kısa bir süre sonra Işık abladan öğrenmiştim ne olduğunu. Yurt dışına gitmişti ve ne zaman döneceği belli değildi. Bu yüzden her sabah büyük bir gerginlikle ve aynı stresle giriyordum şirketin kapısından.
"İlke, sana verdiğim gelir gider tablosunu hallettin mi?" Işık ablanın cümlesinin ardından bir haftadır yalnız kaldığım her an yaşadığım duygu karmaşamasından sıyrılıp kafamı salladım.
"Bitti. Sana göndereceğim kontrol etmen için." Işık abla yorgunlukla gülümseyip önüne döndü. Bora İnanoğlu'nun yokluğuna rağmen şirkette herkes titizlikle çalışmaya devam ediyordu. Adı bile disipline yetiyordu kısacası.
"Şekerlerim!" Tabii, bir kişi hariç. Tuğberk Bey kollarını iki yana açmış abartılı bir şekilde yanımıza geldi. Günün bu saatlerinde yanımıza uğrar ve şirket dedikodularını bize fısıldayarak hiçbir şey olmamış gibi giderdi. Kolumdaki saate baktığımda Tuğberk Bey'in dedikodu saatinin geldiğini fark etmiştim.
"Merhaba Tuğberk Bey." Işık ablayla ikimiz sessizce mırıldandığımızda elini sallamakla yetindi. Ardından masadamdaki boşluğa oturdu. Gördüğüm yan profiliyle istemsizce sırıtmama engel olamadım. Yeni yaptırdığı botokslar yüzünden şişkinlikleri hala tam anlamıyla inmemişti.
"Boş verin şimdi onu. Yeni dedikoduları duydunuz mu?" Heyecanlı heyecanlı konuşmasına sadece kafamı iki yana sallamakla yetindiğimde yüzü asılmıştı. Işık abla ise hiçbir tepki vermemişti. Muhtemelen ona yolladığım maildeki hesapları kontrol ediyordu.
"Görüntü departmanın başındaki Gökhan'la asistanı çarpık Leyla ilişki yaşıyormuş!" Neşeyle söylediği şeylere Işık ablayla ikimiz de kaşlarımızı kaldırarak bakakaldık.
"Bunlar olabilecek şeyler Tuğberk Bey. Aşkın sizi ne zaman, kiminle bulacağını kendimiz belirleyemeyiz." Işık ablanın yatıştırıcı sesi ortamı doldurduğunda yüzünü buruşturdu. Anlaşılan beklediği cevap bu değildi.
"Ne aşkı canım? Adamın parasına aşık o kız. Elindeki Prada çantayı görmediniz mi? Şimdi pahalı hediyelerle şımartıyor, sıkılınca da bir hiç gibi köşeye atacak kızı." Bacak bacak üstüne atıp kalemlikten bir kalem aldı ve çevirmeye başladı.
"Yaa, hiç fark etmemiştim," dedim. Dedikleri canımı sıksa da uzatmamak için kısaca cevap vermiştim. Belki söylediklerim onu memnun ederdi de daha fazla oyalanmadan giderdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İlkyaz Fırtınası
Fiction généraleAhmet Bora İnanoğlu. Hayatını altmış dört karelik satranç tahtasına sığdırmış bir adam. O, şah değildi. Öylece durup korunmayı beklemezdi. O, tüm hakimiyetin elinde olmasını isterdi. Olaylara istediği gibi yön verir ve kazanana dek savaşırdı. O, bu...