Buse: Öpücük, öpme, öpüş.
Bölüm başlarındaki açıklamalardan hiç haz etmem ama bu sefer istisna... Son sahnede medyadaki şarkıyı (Tarkan-Kış Güneşi) açmayı unutmayın, bölüm için şiddetle önerilir.
16 Kasım 2016
22.35
Zamanın her şeyin ilacı olduğu sözünün gerçekliğiyle ilk kez bu kadar korkusuzca yüzleşiyordum. Üç gün gibi kısa bir sürede kökünden değişen hayatım karşısında elimden hiçbir şey gelmemişti. Aksine sanki bu değişikliği kabul görmek için bekliyormuş gibiydi diğer yanım. Bu her ne kadar mantığıma ters gelse de duygularım bu ani değişime kendisini çoktan hazırlamıştı.
Sonuç olarak Bora İnanoğlu'nun evinde geçirdiğim bir geceyi daha geride bırakmak üzereydim. Dedemin ani rahatsızlığının üzerinden üç koca gün geçmişti ve nihayet aylardır hasret kaldığım telaşsız ve sakin geçen rutin günlerime kavuşabilmiştim.
Gerçi Bora İnanoğlu'yla aynı çatı altındayken ne kadar sakin olabilirse o kadar sakindi hayatım.
Çoğu insanın aksine hayatımı belli bir monotonluğa bağlanmasından çekinmezdim ve aksine bundan büyük bir mutluluk duyardım. Çünkü günlerim rutinleşmeye başladığında her şey çok belirgin ve net olurdu. Bunlar da kendimi güvende hissetmeme neden olur, adımlarımı atarken daha rahat olmamı sağlardı.
Tıpkı daha önce defalarca kez izlediğim bir filmin her sahnesini ezbere bildiğim için belli bir rahatlıkla izlemeye benzer bir histi bu. Sonunda olacak hiçbir şey beni üzemez veya hayal kırıklığına uğratamazdı. Ya da bir tiyatro oyuncusunun senaryosu belli olan bir oyuna kendini hazırlaması gibiydi. Elimde her şey yazılı olunca ve yapmak zorunda olduklarım belli olunca kendimi güvende hissediyordum. Olabilecek sürprizlerin çıkartacağı pürüzler olmuyordu böylece.
Bu son zamanlarda hasret kaldığım bir lüks olmuştu benim için. Bora hayatıma gireli uzun süre olmamıştı fakat hayatımda köklü ihtilaller yaparak beni, onu tanımadan önceki hayatımdan epey uzak bir noktaya sürüklemişti.
Cezvede karıştırdığım sahlebin kaynamaya başlaması üzerine derin bir nefes alarak ocağın altını kapattım ve ucu bucağı olmayan düşüncelerimin ipini bağlayarak zihnimin arka odalarına doğru gönderdim. Şu an odaklanmam gereken başka bir konu vardı önümde.
"Niye zahmet ettiniz İlke Hanım? Biz isteseniz yapardık zaten." Arkamdan hızlı adım sesleriyle birlikte gelen telaşlı ses üzerine gülümsedim. Kaç defa bana hanım dememeleri gerektiğini söylesem de bir türlü ikna edememiştim onları. Ben de artık salmaya karar vermiştim. Nasıl rahat ediyorlarsa öyle hitap edebilirlerdi bana.
"Yapacağınızı biliyordum ama kendim yapmak istedim." Elimi yakmamak adına dikkatlice ocaktan aldığım cezvedeki sahlebi az önce hazırladığım kupalara doldurmaya başladım.
"Hem bu evdeki toz sahleplerden değil. Bugün aldım aktardan. Süt gibi ama daha yoğun bir sıvı. Bu yüzden pişirirken sürekli karıştırmak gerekiyor. Yoksa dibine yapışır ve sahlepte yanık tadı olur." Anlattığım detayları büyük bir dikkatle dinleyen Füsün'a kısa bir bakış attım.
"Sana da yaptım bak içince fark edeceksin. Toz sahlepten kesinlikle daha lezzetli oluyor." Akşam yemeğini hazırladıktan sonraki evdeki yardımcılardan sadece ikisi kalırdı. İkisinin birden kalıyor olmasının düzeni hoşuma gitmese de henüz yeni geldiğim bir yerin kaidelerini de değiştirecek değildim. Ama başkası evde bana hizmet edince de rahat edemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İlkyaz Fırtınası
Ficción GeneralAhmet Bora İnanoğlu. Hayatını altmış dört karelik satranç tahtasına sığdırmış bir adam. O, şah değildi. Öylece durup korunmayı beklemezdi. O, tüm hakimiyetin elinde olmasını isterdi. Olaylara istediği gibi yön verir ve kazanana dek savaşırdı. O, bu...