Rövanş: İkinci oyun.
Bölüm şarkısı: Sinan Güleryüz feat. Özge Özder:Senle Ben
26 Aralık 2016
05.23
Hayatta hiçbir şey beklemeyen insanlar en mutlu insanlardır çünkü hiç hayal kırıklığına uğramazlar.
Bu yaşadığım kaçıncı hayal kırıklığıydı bilmiyordum. Hayat her defasında beni, gök gürültülü bir fırtınanın ortasında bırakmaktan vazgeçmemişti. Şimdi aynada izlediğim küçük kız ela gözlerini dikmiş bir halde beni izliyordu. Dağılmış, parçalanmış halimi seyrediyordu.
"Koruyamadık onu Zeynep," diyerek fısıldadı aynadaki yansımam. Henüz on yaşlarında olmalıydı. Ama elalarındaki öfke parıltıları hala aynıydı. Yıllar geçmiş olmasına rağmen hiç değişmemişti. Hala isyan ediyordu yaşadığı her şeye. Tüm benliği ona bunları yaşamaya mecbur bırakanlara karşı öfke doluydu.
Şimdi ise karşıma geçmiş o öfkeli elalarını üzerime dikmişti. Canımı nereden yakacağını iyi biliyordu. Sonuçta beni ondan daha iyi kimse tanıyamazdı.
"Neden izin verdin onu bizden koparıp almasına?" Söylediği tek bir cümle gözlerimden yaşların sicim gibi boşalmasına sebep olurken zorlukla yutkundum. Haklıydı, ben izin vermiştim. Onu benden almasına izin vermiştim. Babamla olan son bağlantımı elleriyle koparıp almıştı ve ben hiçbir şey yapamamıştım.
"Son emanetiydi." Yanakları al aldı. Ensesinde sımsıkı topladığı saçlarından özgürlüğünü ilan etmiş sarı tutamlar yüzünü işgal ederken yaşlı gözlerini göz bebeklerimin en içine dikmişti. O öyle baktıkça yerin dibine girmek ve bir daha çıkmamak istiyordum. Aldığım nefes ciğerlerime yetmezken görünmez bir el tarafından boğazımın sıkıldığını hissediyordum.
"O kolye babamızdan kalan son hatıraydı." Aynadaki kız dağılmış halimi bir an olsun bile umursamadan suçlayıcı bir şekilde bana söylenmeyi sürdürdü. Hazır değildim. Ne o kızla yüzleşecek cesaretim vardı ne de kendimle yüzleşecek.
"Giden sadece basit bir kolye değil Zeynep. Asıl giden bize hiç bahşedilmemiş olan çocukluğumuz, hayallerimiz, anılarımız..." Ellerimle kulaklarımı kapatıp bir adım geriledim. Daha fazla duymak istemiyordum onu. Sanki canım yanmıyormuş gibi daha çok kanatmaya çalışıyordu.
"Sus artık!" Diye bağırdım çaresizce. Çünkü kulaklarımı ne kadar kapatmış olsam da zihnimde yankılanan sesine engel olamıyordum. Aynı şeyi tekrarlıyordu durmadan. Her şey benim suçumdu ve aynada beni izleyen yansımam bunu bana tekrar tekrar hatırlatıyordu.
Elimden başka hiçbir şey gelmezken sadece susmasını istedim. O devam ettikçe kalbimin kaburgalarımın arasında ezildiğini hissedebiliyordum. Canım yanıyordu. Nefeslerim sıklaşırken gözlerini bir an olsun bile benden ayırmayan o küçük kızdan, küçük İlke'den kurtulmak için elimi yumruk yapıp hırsla aynaya vurdum. Küçük kız yok olmuştu. Onu kendi ellerimle yok etmiştim.
Bakışlarımı avuç içlerinde kaydırdığımda tamamen kan olduğunu gördüm. Ellerim kendi kanıma bulanmıştı.
Yumruğumu vurmamla birlikte ayna paramparça bir halde yere dağılırken aniden çarpan şimşek sonrası yüzüme damlayan yağmur damlalarını hissetim. Ne olduğunu anlamaz bir halde bakışlarımı tavana doğru çevirmemle bulunduğum yer kendisini kapkaranlık bir ormana teslim etmişti.
Hiç kimse yoktu. Sadece uzaktan gelen kuzgunların sesini duyabiliyordum. Koca ormanda fırtınanın ortasında yalnız kalmıştım. Kapkaranlık ormandaki tüm ağaçlar üzerime üzerime gelirken attığım sessiz çığlık içime hapsolmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İlkyaz Fırtınası
General FictionAhmet Bora İnanoğlu. Hayatını altmış dört karelik satranç tahtasına sığdırmış bir adam. O, şah değildi. Öylece durup korunmayı beklemezdi. O, tüm hakimiyetin elinde olmasını isterdi. Olaylara istediği gibi yön verir ve kazanana dek savaşırdı. O, bu...