Peyam: Haber
3 Aralık 2016
00.03
"Tam bir baş belası olduğunu biliyorsun değil mi?" Öfkeyle söylediği kelimelere karşın omuz silktim. Ne kadar kızgın olursa olsun peşine takılıp gelecektim nasıl olsa. O yüzden söylenip durması boşunaydı.
"Yoo, hiçte bile. Sen her şeyi benden saklamaya çalışmasan ben de senin peşine takılmazdım." Kollarımı önümde bağlayıp söylediğim cümleye tepki olarak kafasını tavana çevirdi ve sabır çekti. Bu halleri kıkırdamama sebep omuştu. Bir şey demeden odadan çıkması karşısında ben de peşine takıldım. Sonuçta son dediğim laf üstüne gelme dememişti. Kapının önüne geldiğimizde üzerime doğru bir bakış attı.
"Mont giy üşüyeceksin." Otoriter çıkan ses tonuyla birlikte kaşlarımı çattım.
"Ama ben gelene kadar beni bekleyeceksin değil mi?" Sevimlice sırıtmam üzerine derin bir nefesi çekti içine.
"Bekleyeceğim," dedi bezmiş bir tonlama eşliğinde.
"Söz ver," dedim sevimli olduğunu düşündüğüm sırıtmamı bozmadan.
"Eğer iki dakika içinde montunu giyip kapının önünde hazır olmazsan asla beklemem İlke." Yüzüne bön bön bakmayı sürdürmem üzerine bakışlarını üzerimden çekerek saatine çevirdi.
"Süren başladı. Burada dikilmen benim işime gelir." Cümlesi üzerine kafamı iki yana sallayarak koşar adım merdivenleri çıkarak birinci kattaki odama girdim.
Üzerimde siyah tayt ve kısa, turuncu tonlarında olan kazağım olduğu için askıdan geçen sezon indirimin en diplerinden alabildiğim için kendime bayram ilan ettiğim leylak renkli montum yerine siyah montumu aldım. Nefes bile almadan merdivenlerden yeniden indiğimde Bora'nın aynı yerde beni beklediğini gördüm. Kot pantolon ve siyah kazağı olduğu için üzerini değiştirme ihtiyacı olmadan montunu üzerine geçiştirmişti.
"119 saniye. Ucu ucuna yetiştin." Omzumu silkerek cevap verdim.
"Sonuç olarak yetiştim mi? Yetiştim." Bora daha fazla bir şey söylememe izin vermeden belimden tutarak beni yönlendirdi.
Siyah arabaya doğru geldiğimizde belimi bırakıp şoför koltuğuna geçmesiyle ben de hemen yanına yerleştim. Bu adama belli olmazdı. Her an beni bırakarak basıp gidebilirdi.
Anayola çıktığımızda aramızdaki sessizlik hala kendisini koruyordu. Sessiz bir şekilde oturmak hoşuma gitmiyordu. Fazla boğucu geliyordu.
"Radyoyu açabilir miyim?" Soruma çalan telefon yüzünden yanıt alamamıştım. Bora bana bakmadan telefonu açtığında Alkın'ın sesi tüm arabanın içine dolmuştu.
"Abi ne zaman geliyorsun? Hepimiz seni bekliyoruz." Alkın'ın kurduğu cümleyle birlikte 'hepimiz' kelimesinin içinde kimlerin barındığını merak etmeye başladım. Kaç kişilerdi? Hepsi tanıdığım insanlardan mı oluşuyordu yoksa başkaları da var mıydı? Yeni insanları tanıma düşüncesi karnımın heyecanla kasılmasına sebep olurken dikkatli bir şekilde ağzından çıkan her şeyi dinlemeye devam ettim.
"İlke de benimle. O yüzden buluşma yerini değiştiriyoruz. Diğer alternatife geçin," dediğinde istemsizce ofladım. Ne olurdu aynı yerinde kalsaydı? Sanki bu karanlıkta yolları ezberleyebilecekmişim gibi yer değişimi yapıyorlardı. Hayır yani ben tamamen onlar için söylüyordum.
"Siz hiç yerinizden olmasaydınız. Ben yabancı değilim sonuçta," dedim telefon kapandığı anda. Bora bana ters bir bakış yolladığında olduğum yere sinmek yerine daha da dikleştirdim omuzlarımı. Onun bir bakışı koymazdı bana. Böyle bakarak beni korkutabileceğini sanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İlkyaz Fırtınası
General FictionAhmet Bora İnanoğlu. Hayatını altmış dört karelik satranç tahtasına sığdırmış bir adam. O, şah değildi. Öylece durup korunmayı beklemezdi. O, tüm hakimiyetin elinde olmasını isterdi. Olaylara istediği gibi yön verir ve kazanana dek savaşırdı. O, bu...