(Minik bir öneri, medyaya bıraktığımız şarkı olan Yaşar-Kumralım'ı bölümün sonundaki sahnede dinlemeniz büyük bir şiddetle önerilir, keyifli okumalar.) ✨
Tutku: İstenç ve yargıları aşan güçlü bir coşku.
4 Aralık 2016
06.29
Aile.
Dört harfin oluşturduğu tek bir kelime ve o kelimenin ardında saklanan binlerce enkaz.
O saklanan enkazlardan biri de benim küçüklüğüm, gençliğim, şimdimdi aslında. Ne yaparsam yapayım, ne kadar çok saklamaya çalışırsam çalışayım gördüğüm en küçük bir mutlu aile tablosunda, kalbimdeki kırık parçaların göğüs kafesime batmasına engel olamıyordum.
Üzerinden yıllar geçmişti fakat benim için hala geçmemişti işte. Babamın ölümü, annemin hiçbir neden sunmadan bizi terk edişi ve küçük Zeynep'in hiçbir zaman gerçekleşmemiş hayalleri canımı çoğu şeyin yakmadığı kadar çok yakıyordu hala. Şimdiyse sırtımda taşımak zorunda bırakıldığım her şeye, elimi uzatsam dokunabileceğim kadar yakınımda olan bu adamın acıları da eklenmişti.
Acılarımız aynıydı.
Kaybettiklerimiz ve hiçbir zaman sahip olamadıklarımız da aynıydı.
Biz hem bir o kadar aynı hem de siyah ve beyaz kadar çok farklıydık onunla.
Acılarımızın aynı olmasının yanı sıra dışa vurumu bambaşkaydı. Bora acılarını buz tabakasının arkasına gizlemişti. Bütün hepsi gözünün önündeydi fakat bütün hislerini dondurmuş gibiydi. Ben ise tam tersi hepsini tamamen en diplere gömmüştüm. Böylece hiçbiri göz önünde değildi ve böylelikle bana daha fazla acı veremezdi.
Elimi hiç düşünmeden hafif hafif çıkan sakallarının doldurduğu çehresine doğru uzattığımda huylanmamla birlikte gülümsedim. Rüyasında bile kaşları çatıktı. Bu hali az önceki düşüncelerimin üzerine kalın, siyah bir çizgi çekerek şu ana odaklanmamı sağlamıştı.
Uyurken bile sinirlenmeyi nasıl başarıyordu acaba? Çatık kaşlarını uzanarak elimle düzelttiğimde dudaklarımdan sessiz bir kıkırtının dökülmesine engel olamadım. Çünkü saniyeler önce düzeltmiş olmama rağmen kaşları hemen eski çatık halini almıştı.
Uyurken huzursuz görünmüyordu ama her an tetikte gibiydi. Çenesi hep gergindi. Öyle ki sabah uyandığında sıkmaktan dişleri ağrıyor muydu merak etmiştim.
Bakışlarım üzerimizdeki cam tavana kayarken üzerimizde bizi kucaklayan göğün yavaş yavaş aydınlandığını ve yerini güneşin kızıllıklarına teslim ettiğini gördüm. Bu yüzden daha fazla geç kalmamak adına hafifçe doğruldum ve yanağına tüy kadar hafif bir öpücük bıraktım. Uyanmasından korkuyordum fakat kendime daha fazla engel olamamıştım işte. Bu kadar dayanabilmem bile mucize sayılırdı.
Üzerimizdeki örtüden bedenimi sıyırarak onun çekim alanından ve lotus kokusunun asıl kaynağından uzaklaştım. Bu da benim daha sağlıklı düşünebilmeme olanak sağladı. Bora'nın çevresindeyken sağlıklı düşünebilmek fazlasıyla zordu.
Bakışlarımın saati bulmasıyla birlikte dudaklarımdan sessiz bir hayıflanma nidasının döküldü. Saat 06.32'ydi ve ben yaklaşık olarak 17 dakikadır onu izliyordum. Bora 13 dakika sonra kalkardı. Bu yüzden aceleyle kalktım yataktan. Parmak uçlarıma basarak odayı terk ettiğimde derin bir nefes almayı da ihmal etmemiştim.
Çünkü her an az önceki sıcaklığına koşarak dönebilirdim. Eğer böyle bir son gerçekleşecek olursa aklımdaki hiçbir şeyi yapamazdım. Aslı geldiği için Bora kahvaltıya Alkın, Erdem ve Barın'ı çağırmıştı. Bu kahvaltı Erdem ve Barın'ın Aslı'yla -Aslı yıllardır ülkeye gelmediği için- ilk tanışmaları olacaktı. Bora, Alkın'a sürpriz olması için Aslı'nın geldiğini söylememişti ve ben sırf bu yüzden Alkın'ın Aslı'yı ilk gördüğü zaman ki tepkisini deli gibi merak ediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İlkyaz Fırtınası
Aktuelle LiteraturAhmet Bora İnanoğlu. Hayatını altmış dört karelik satranç tahtasına sığdırmış bir adam. O, şah değildi. Öylece durup korunmayı beklemezdi. O, tüm hakimiyetin elinde olmasını isterdi. Olaylara istediği gibi yön verir ve kazanana dek savaşırdı. O, bu...