Bir aksilik çıkmadığı müddetçe her Cumartesi akşamı saat 19.53'te bu satırlarda sizlerle buluşmak dileğiyle, keyifli okumalar. 🌠
Dilemma: İkilem.
5 Aralık 2016
23.59
Kaybetmek...
Çocukluğumu ve ilk gençlik yıllarımı bu dokuz harfe sığdırmıştım. Ama onu da tıpkı diğer her şey gibi ardımda bırakarak gelmek zorunda kalmıştım bu şehre. Ne kadar kavurucu bir his olduğunu unutalı ise yıllar olmuştu. Şimdi bedenimi istilacı bir güç gibi kuşatan bu his bana öylesine yabancıydı ki. Bedenimi alev alev yakan bu ateşle geçmişte nasıl baş edebildiğimi hatırlayamıyordum. Başımı yasladığım soğuk duvar bile bir nebze olsun söndürememişti içimde boy vermiş olan can yakan yangını.
Yıllar sonra soğuk bir koridor köşesinde yine aynı şekilde yalvarıyordum Allah'a. Çünkü biliyordum ki henüz yaşanacak binlerce anı varken ayrı kalmak insana karşı olan işkencelerin en acılı olanıydı.
"Yenge senin eve gitmen lazım artık," dedi Rıza beni düşüncelerimin arasından sıyırıp çekerken. Geldiğimizden beri başımdan bir an olsun ayrılmamıştı zaten.
"Siz gidin. Ben Bora'yla birlikte döneceğim," dedim kararlı bir ses tonuyla.
Olay yeri inceleme geldikten sonra apar topar Bora'yı buraya, sorgulamak için emniyet binasına getirmişlerdi. Ona bir şey olmadığı için şükredecekken onu tekrar kaybetme düşüncesi kabus gibi çökmüştü üzerime. Elbette Bora'nın sadece sorgulanmasından dolayı değildi bu yoğun kaybetme duygum. Sadece Bora'yı almalarıydı beni asıl korkutan şey. Oradan o kadar çok insan varken şüpheli sıfatıyla sadece Bora'yı sorguya almışlardı.
"Yenge patron senin saatlerdir burada beklediğini öğrenirse hepimizi ipe dizer," dedi Rıza korkmuş bir tonda. O çok korktuğunuz patronunuz keşke hepinizi gerçek anlamıyla ipe dizseydi de ben de sizden kurtulabilseydim.
"Beni ilgilendirmiyor. O da sizin sorunuz," dedim gözlerimi karşımdaki duvardan çekmeden. İçim içimi yiyordu zaten. Bir de onlara laf anlatmakla uğraşamazdım.
"Hepimizi kovdurana kadar durmayacaksın sen yenge. Ben seni anladım," dediğinde Rıza hışımla ona döndüm. Hiçbir derdimiz yokmuşçasına, tek sorunun benim burada olmammış gibi davranmaları bende onları boğma isteği uyandırıyordu.
"Madem bu kadar korkuyorsunuz Bora'dan başımdan gidin o zaman. Çünkü benim size ihtiyacım yok," dedim öfkeyle ama sesimi alçak tutmaya çalışıyordum. Ruhum daralıyordu artık dakikalar birbirini kovaladıkça.
Rıza henüz cevap veremeden Emre gelmişti. Rıza'yı ufak bir el hareketiyle kovaladığında derin bir nefes aldım. Bora içeriden çıkasıya kadar buradan kalkmaya niyetim yoktu ve biri daha beni bunun için beni ikna etmeye kalkarsa nerede olduğumuzu umursamadan o kişinin boğazını kavrayacaktım. Bendeki de sabırdı çünkü, tüm bu saçmalıklar yüzünden kendimi sıka sıka antik Yunan heykellerine dönmüştüm zaten.
Gittikçe Bora'ya benziyordum. Beynimde alarm veren düşünceyle birlikte derin bir nefes çektim ciğerlerime. Sonuçta üzüm üzüme baka baka kararırken elden başka bir şey gelmezdi. Fakat sakinleşmeye ihtiyacım vardı.
"İstemiyorum," dedim Emre'nin elindeki filtre kahveyi işaret ederek. Buraya oturduğumdan beri Rıza o kadar boğmuştu ki beni Emre'ye patlamam içten bile değildi.
"Sana almadım ki kendim içiyorum," dedi Emre omzunu silkerek ve göstermek ister gibi üstünde dumanı tüten kahveden bir yudum aldı.
"Fena sayılmaz sertliği," dedi. Bu hali daha çok sinirime dokunmuştu. Hepsi bugün o kadar rahattı ki beni deli ediyorlardı. Sanki Bora emniyete değil de gönlünü hoş etmek için partiye falan gitmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İlkyaz Fırtınası
General FictionAhmet Bora İnanoğlu. Hayatını altmış dört karelik satranç tahtasına sığdırmış bir adam. O, şah değildi. Öylece durup korunmayı beklemezdi. O, tüm hakimiyetin elinde olmasını isterdi. Olaylara istediği gibi yön verir ve kazanana dek savaşırdı. O, bu...