Zeybek: Halkı koruyan cesur bir adamı temsil eder.
Son sahne için şimdiden hepinize keyifli okumalar... 🔥
15 Aralık 2016
09.37
Düğün kelimesinin kökeninin düğümle aynı olduğunu okumuştum bir yerde. İlk başta tek harften dolayı olan benzerlikten kaynakladığını zannetsem de öyle değildi. Düğün, iki insanı tıpkı düğüm gibi birbirine bağlıyordu ve o düğümü ne kadar açsak da ipte her zaman bir hasar bırakıyordu.
Bora'yla yaşayacağım da tam olarak buydu. Bizim düğümümüz yavaş yavaş ama derinden bağlanıyordu. Bu da malum son kapıya dayandığı zaman bende çok daha büyük bir iz bırakacağının habercisiydi.
Derin bir nefes alıp aklımdaki düşüncelerden uzaklaşmaya çalıştım. Bora yanımdaydı ve kendimi henüz gerçekleşmemiş olaylar üzerinden yıpratmama gerek yoktu. Bu durum en çok ikimizi yorardı.
Bakışlarımı Safir'le ilgilenen Bora'ya çevirdiğimde burukça gülümsedim. Gün batımını seyretmemizin ardından konağa geri dönmüştük.
İkisinin yanına iki adımda geldiğimde elimi Safir'in burnuna koyup okşamaya başladım. Bana karşı olan huysuzluğundan eser yoktu şimdi.
"Bak, artık beni de seviyor," dedim hevesle. Ana odaklanmalıydım. Geleceğe saplanıp şu anı mahvedemezdim. Bu yüzden düşüncelerimden tamamen uzaklaşmak için Bora'ya yönelttim tüm ilgimi.
"Eğer seni sevmezse senden kurtulamayacağını iyi biliyor da ondan," dediğinde Bora muzip bir sesle hızla kafamı ona doğru çevirdim. Yalancı bir kızgınlıkla kaşlarımı çattım.
"Hiç de bile. Artık Safir ve benim aramda duygusal bir bağ var," dedim bilmiş bir sesle. Safir'i son kez okşayıp yelesinin üstüne öpücük kondururken Bora'nın sesi tekrar ortamı böldü.
"Tabii, öyledir." Bu keyifli halinden dolayı daha fazla karşılık vermemeyi tercih ettim. Yoksa cevap veremeyeceğimden değildi elbette.
Birlikte tavladan çıktığımızda Bora elimi sıkıca kavradı. İçime işleyen soğuk havaya karşın elleri sıcaktı. Parmakları çoktan ısıtmıştı buz tutmuş olan elimi.
Eve doğru uzanan upuzun yolu kuşların cıvıl cıvıl sesleriyle birlikte adımladık. Aralık ayının ortalarında olmamıza rağmen gökyüzündeki parlak güneş bahardan kalma gibiydi.
"Bu evdeki anılarınızı çok merak ediyorum. O kadar büyüleyici ki birkaç saat içinde beni tamamen etkisi altına aldı," dedim hayranlık dolu bir sesle. Gerçekten de merak ediyordum Bora'yı bu evde. Acaba bahçedeki büyük ağaçlara hiç tırmanmış, oradan düşmüş müydü? Kaç kere evden kaçıp at binmeye gitmişti acaba? Dedesiyle, anneannesiyle arası nasıldı? Bütün bu soruların cevabını fazlasıyla merak ediyordum ama Bora'ya bunları soramıyordum. Zaten sorsam da cevap alabileceğim muammaydı.
"Merak etme. Lale teyzem Eslem'in düğünü bitsin hemen anlatmaya başlar. Şu an telaştan unutmuştur o," dedi Bora eğlenen bir tonda. Keyfinin yerinde olduğu her halinden belli oluyordu.
"Eslem de onun gibi konuşmayı seviyor galiba," dedim soru sorar bir tonda.
"Kimse Lale teyzemin eline su dökemez. Sen bile," dedi Bora. Bu haline bayıldığım için bir şey dememeyi tercih etmiştim.
Halinden ve tavrından açıkça belli oluyordu burada olmayı ne kadar çok sevdiği. Arslan Bey'in evine her gittiğimizde diken üstünde oturup, huzursuzlanan Bora yoktu yanımda. Onun yerine ufak tefek şakalar yapan, daha rahat olan bir Bora vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İlkyaz Fırtınası
Ficción GeneralAhmet Bora İnanoğlu. Hayatını altmış dört karelik satranç tahtasına sığdırmış bir adam. O, şah değildi. Öylece durup korunmayı beklemezdi. O, tüm hakimiyetin elinde olmasını isterdi. Olaylara istediği gibi yön verir ve kazanana dek savaşırdı. O, bu...