13⁰ | MİHNET

1.7K 100 310
                                    

Mihnet: Sıkıntı, üzüntü, kasavet.

24 Ekim 2016

20.05

"Bir gün eğer yanında ben olmadan karanlıkta mahsur kalırsan gözlerini sakın gökyüzünden ayırma olur mu? Çünkü karanlıkta gölgemiz bile bizi yalnız bırakır ama ay ışığını bizden asla esirgemez. Bunu asla unutma deniz kızı."

Geçmişin tozlu hatıraları tüm bedenimi çepeçevre sarmışken aklıma doluşan anılarla birlikte yaşlarla dolmuş gözlerimi gökyüzüne doğru çevirdim. Çocukluğumun en kıymetli hatıraları ve bunların baş kahramanı olan o çocuk artık hayatımda değildi. Onu da kaybetmiştim, her şeyi kaybettiğim gibi. Ay ve etrafında parıldayan yıldızlar gecenin en zifiri anında bile pusulamız olmuştu bizim. Şimdiyse o yoktu ve ben yapayalnızdım.

Yalnızlık ve karanlık 22 yıllık hayatımın en büyük düşmanıydı. Ve ben şu durumda iki düşmanıma karşı da cephede tek başıma savaşmak zorunda bırakılmıştım. Gözlerimi gökyüzünden çekmedim. Çocukluğumun puslu gecelerinde yaptığım gibi yine gökyüzüne sığınmak istedim çünkü. Çok soğuk denmeyecek bir sonbahar gecesiydi. Yerlerde köklerine veda etmiş kuru ağaç dalları, üstümdeyse onların köklerini oluşturan koca çınar ağaçları beni kucaklıyordu.

Düşmemin etkisiyle kanayan yaralı sol dizimi ve sağ dizimi kendime doğru çektim ve başımı dizlerimin üzerine doğru yasladım. Kollarımı kafamın etrafına sararken titremem mümkünmüş gibi daha çok artmıştı. Gözyaşlarım sanki bu anı bekliyormuşcasına göz kapaklarımın arasından firar ederken daha fazla ağlamamak ve sessiz çığlıklarımı bastırmak adına dudaklarımı ısırdım.

Kaybolmuştum. Hem pusulamı kaybetmiş hem de ormanın içinde karanlıkta yapayalnız kalmıştım.

Karanlıktan korkan o küçük kız, karanlığa hapsolmuştu artık. Tüm bunları yaşamama sebep olan adam neredeydi bilmiyordum, hoş zaten o adamdan kaçarken kaybolmuştum. Bulanıklaşan zihnim o anlardan kalan görüntüleri parça parça birleştirip alt belleğime yeniden sunduğunda başka bir krize girmemek adına kafamı iki yana salladım. Kulaklarımı iki elimle sıkıca kapatarak ruhumun feryadını daha fazla içimde tutmama kararı alarak tüm gücümle bir çığlık koyuverdim. Çığlığımın ardından duyduğum ses karanlığıma ışık serpiştirirken hıçkırıklarım artık sınır tanımaz duruma gelmişti.

"İlke." Duyduğum sesin etkisiyle birlikte bedenimi yeniden esir alan titreme her geçen saniye artarken, dudaklarımdan az önceki güçlü çığlığın aksine sessiz bir fısıltı döküldü.

"Ben görmedim, yemin ederim görmedim sizi Bora. Bana zarar verme." Karşımda gördüğüm bedenle birlikte doğruldum ve kendimi birkaç adım geriye doğru sürükledim. Henüz onunla ve gördüklerimle yüzleşmeye hazır değildim.

"Sakin ol İlke. Tamam görmedin, sana inanıyorum." Keskin ama ne yapacağını bilmeyen tereddütlü sesi kulaklarıma ulaştığında gözlerimden akan yaşlar şiddetini daha çok arttırmıştı.

Bora İnanoğlu, en aydınlık gözükürken en karanlık olanıydı. Bunu artık çok daha iyi biliyordum.

"Bana da zarar vereceksin değil mi? Ama ben seni görmedim ki." Çaresiz fısıltım karşısında gözlerini kısa bir an kapadı. Emin olmadan birkaç adım daha atarak yanıma doğru eğildi.

"Sana asla zarar vermem İlke." Elini bana doğru uzatınca korkarak birkaç adım daha geriledim. Elini tutmaktan deli gibi korkuyordum. İçimde fırtınalar koparken dışımda tek bir yaprak bile kımıldamıyordu.

Tereddüt içinde bana doğru yaklaşarak elini yeniden uzattı. Gözlerim ilk önce bana ölümü ve acıyı çağrıştıran kuzgunileriyle buluştu. Karşılaştığım gözler, ilk kez bana karşı kızgın ya da ifadesiz değildi. Bakışlarında gördüğüm tek şey hissettiği derin mahcubiyetin simgesi olan dalgalanmalardı. Gözlerimi, gözlerinden çekerek uzattığı eli kavradım. Bora da bu anı bekliyormuşcasına beni kendisine doğru çekti.

İlkyaz FırtınasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin