Hogwarts'ta altıncı yılına başlayalı çok olmamıştı ama Draco kendisini eskiye kıyasla oldukça özgür hissediyordu. Okulda değişen bir şey yoktu, sırlar odası hala açıktı ama okul başladığından beri hiçbir olay yaşanmamıştı. Bu sebeple herkes rahatlamış görünüyordu.
Draco Tom'la konuşmaya fırsat bulamamıştı. Ginny'le konuşmuyorlardı ki, Harry'le de konuşup Dumbledore'un dikkatini çekmek istemiyordu. Bu yüzden önceliğini kendisini geliştirmeye vermişti. Kütüphanede araştırma yapıyor, zihnefend ve zihinbend çalışıyordu. Dönem yeni başlamış olmasına rağmen deli gibi not alıyordu. Her ders Slytherin'e en az yirmi puan kazandırıyordu.
Birkaç ay önce Ginny'nin doğum günü için Weasley Malikanesi'ne gittiğinde çocuklarla konuşma fırsatı bulmuştu. Ginny'le ayrılıkları kesinleşmişti ama ikisi de ebeveynlerine henüz söylememeleri gerektiğine karar vermişlerdi. Bu yüzden nezaketen doğum gününe katılmak zorunda kalmıştı. Zaten önceki senelerde olduğu gibi büyük bir parti yapılmamıştı.
Weasley oğlanlarıyla, özellikle Ron'la zaten konuşmak istiyordu. Harry Potter, karanlığa ilk adımını atmıştı. Yolunu bulabilmesi için en yakın arkadaşının elini tutmasına ihtiyacı vardı. Öte yandan bunun kendi seçimi olduğuna da ikna olmalıydı. Ron çok hevesli yaklaşırsa tuzağa düşürüldüğünü düşünebilirdi. İnce bir ipin üstünde yürüyorlardı ve eğer düşerlerse her şey yerle bir olurdu. Cam kırıkları ellerine batar, yere akan kandan kimlikleri belli olurdu. Draco bunun olmasına izin vermeyecekti.
Aradan zaman geçtikçe Hogwarts'daki sakinlik yerini tekrardan kargaşaya bırakmıştı. Sırlar odasındaki canavar tekrar ortaya çıkmış, üç bulanık daha taşlaştırılmıştı. Draco'nun muggle doğumlu cadı ve büyücülerle bir sorunu yoktu. Kendisini üstün gördüğü bir gerçekti ama onların da büyücü olduğunu kabul ediyor ve onları düşman olarak görmüyordu. Yine de ölmedikleri sürece kimin taşlaşıp taşlaşmadığı umurunda olmuyordu.
Hermione Granger'ın son kurban olarak kızlar tuvaletinde bulunmasının üstünden pek zaman geçmemişti ki Hogwarts daha büyük bir haberle sarsıldı. Safkan bir cadı olan Ginny Weasley sırlar odasına kaçırılmıştı. Weasley erkekleri delirme raddesine gelmişlerdi. Gizli kapaklı dahi olsa Karanlık Lord'a hizmet ettikleri onca yıldan sonra en küçükleri karanlığa kurban mı gidecekti yani?
Ginny'nin kaçırılmasının üçüncü gününde Draco bir anda bütün vücudunun ürperdiğini hissetti. Odasında kitap okuyordu ve yatma saatine gelmişlerdi. O anda dedesinin öğütleri aklına gelmeseydi odasında durmaya devam ederdi. Ne var ki iç güdülerini dinlemesi gerekiyordu ve iç güdüleri onu zindanlardan dışarı sürüklemek istiyordu.
Siyah boğazlı bir kazak giyip dar paça siyah pantolonunu bacaklarından geçirdi. Gümüş tokalı kemerini taktıktan sonra asasını da cebine sıkıştırarak zindanlardan çıktı. Adımları onu sürüklediği için onun yapması gereken hiçbir şey kalmıyordu. İçi anlamsız bir şekilde rahattı. Sanki saldırıların olduğu bir okulda gece tek başına dolaşıyormuş gibi değil de, evinin bahçesinde yürüyüşe çıkmış gibiydi. İlerledikçe daha da ilerleyesi geliyordu. Gri gözleri karanlıkta etrafını görebilmek için sonuna kadar açılmıştı. Merdivenleri çıkıp kullanılmayan kızlar tuvaletinin önünde durdu.
İçeri girdiğinde o tuvalete musallat olan hayalet karşısında belirmişti. "Bu saatte burda ne yapıyorsun? Sonun benim gibi mi olsun istiyorsun..." Cadının ağlamaklı sorularına Draco tepkisizce olduğu yerde dikilerek cevap verdi. Bir süre sonra kızın kaşları çatıldı ve Draco'ya yaklaştı. "Korkmuyorsun tabii. Kendinden eminsin. Tanıdım seni, Malfoy, tabii ki o sana hiçbir şey yapmaz."
"Neden bahsediyorsun sen?" Draco'nun sorusuyla gücenmiş gibi geriye doğru süzülerek aralarındaki mesafeyi açtı. "Beni aptal mı sanıyorsun? Aptal küçük bir bulanık olduğumu mu söyleyeceksin? Abraxas da öyle derdi."
Bu adamı da herkes tanıyor, diye düşündü Draco. Dedesinin adını babasınınkinden bile çok duyar olmuştu. Sanki dedesinin geçmişi yakasına yapışmıştı, kurtulamıyordu.
"Umurumda değilsin. Beni yalnız bırak." Draco'nun itiraz kabul etmeyen sesiyle cadı ağlaya ağlaya süzülüp gidince sarışın olan da derin bir nefes alarak etrafını inceledi.
Musluklara doğru çekildiğini hissediyordu. Hepsinde elini teker teker gezdirdi. Bir tanesi öyle enerji doluydu ki bütün o gücün içine dolduğunu hissetti. Yılan kabartmasında ince parmaklarını dolaştırıp ona doğru eğildi. Dili, aynı geçen yıl odayı keşfederken olduğu gibi damağına yapıştı ve ağzından aynı tıslamaya benzer kelimeler döküldü.
"Varisin emriyle, hizmetkarı için açıl."
Draco birden ürperdi. Kütüphanede, Tom'u bulmadan hemen önce yaşanan olaylar tekrar ediyordu. Onu çağıran Tom muydu? Kendisini salak gibi hissediyordu. Bağlantıyı kafasında kurması zor olmuştu ama hala tam olarak neler olduğunu çözemiyor, daha da doğrusu kabullenemiyordu.
Belki de kabullenmek istemiyordu.
Açılıp geniş bir geçit oluşturan musluğa kısa bir süre daha baktı. Ardından hiç düşünmeden kendisini boşluğa bıraktı. Korku kalbini sıkıştırırken gözlerini kapattı.
Düşmekten korkmuyordu ama düştüğü yerde aradığını bulamamaktan çok korkuyordu.
Yalnızca saniyeler sürmesine rağmen daha uzun sürmüş gibi hissettiren düşüşünün ardından kalçası sert zeminle buluştu. Çıkan çatırtılardan dolayı düştüğü yeri kontrol etme ihtiyacı hissetti. Bütün vücuduna batan hayvan iskeletlerini görünce hızla ayağa dikildi ve akla pakla uğuruyla üstünü temizledi. Vakit kaybetmeden ilerledi, adımları onu uzun bir koridora çıkartmıştı. İlerledikçe kalbindeki sıkışma daha da artıyordu. Tırnaklarını avuçlarına o kadar sert bastırıyordu ki parmak uçlarında kendi kanının sıcaklığını hissedebiliyordu.
Daire şeklinde bir geçitin önüne geldiğinde bu sefer konuşmasına gerek kalmadan kapı kendiliğinden açılmıştı. Bacağını kaldırıp yüksekçe kapıdan atlayarak geçti. Öyle bir teslimiyet içinde ilerliyordu ki asasına uzanmamıştı bile. Başına gelebilecek her şeye karşı savunmasızdı ama bu durumdan rahatsızlık duymuyordu.
Tüneli andıran, yılan başı şeklinde heykeller ve bolca suyla kaplı odaya girdiğinde inançlı olmamasına rağmen içinden dua etmeye başlamıştı zira sırlar odasını bulmuştu.
Tam karşısında duran Salazar Slytherin'in devasa heykeline bakarken hemen altında duran kızıllığı fark etmesiyle adımlarını hızlandırmadan yürümeye devam etti. Cadının soluk bedeninin yanına çöküp kızıl saçlarını buz gibi suratından çekti. Cadıya karşı bir şey hissetmemesinin yanı sıra onu böyle görmesi bile tahmin ettiği gibi acılı olmamıştı.
Ölü değildi, Draco bunu anlayabiliyordu ama çok zamanın kalmadığını anlamamak için de aptal olmak gerekirdi.
"Sana onunla işimin daha bitmediğini söylemiştim."
Duyduğu ses Draco'nun adeta titremesine yol açtı. Hızla ayağa dikilip odanın karanlık köşesine, sesin geldiği yere baktı. Bir süre sonra kendisine yaklaşan bedeni gördüğünde yüzüne bir gülümseme oturdu. Tom aynı Draco'nun rüyalarındaki gibiydi.
Tom aynı rüyalarındaki gibiydi?
Zihninin köşelerinde takılı kalan bütün düşünceler bir araya gelip anlamlı bir bütün oluştururken sarışın olanın gülüşü yavaşça soldu, korkuyla bir adım geri kaçtı. Lord'um ve ben aynı dönemde Hogwarts'taydık. O zamanlar adı başkaydı. Hortkuluğu sen bulana kadar saklamaya karar verdi.
Draco Malfoy, karşısında dikilen Slytherin cübbeli genç adama bakarken dizlerinin titremesini engelleyemiyordu. Başını eğerek hemen gözlerini parlak yeşil gözlerden kaçırdı. Titreyen dizlerinin üzerine çöküp ellerini ıslak zemine yasladı.
"Lordum..." diye titredi genç büyücü gözlerini sıkıca kapatırken. Sarsıcı gerçekle yüzleşmek, son nefesini veren Ginny'nin ölümünden daha ağır olmuştu onun için.
Aşık olduğu kişi, Tom Riddle olarak bildiği muggle doğumlu bir büyücü değildi. Salazar Slytherin'in tek varisi, Karanlık Lord Voldemort'un ta kendisiydi.
Ve on yedi yaşındaki haliyle, kanlı canlı tam karşısında duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
All Mine || Tomaco Fan Fiction
Fanfiction[Tamamlandı] Draco Malfoy, kendisine miras kalan bir odada kara kaplı bir defter bulur. Kendisini kötü hissettiği her an deftere yazmaya başlar. Tuhaf olan, karşılık alıyor olmasıdır. "Benim için küçük bir iyilik yapmaya ne dersin, Draco?" •Tom Mar...