Polaris'in hayatı her zaman güzel ilerlemişti. Bir derdi, sıkıntısı olmamıştı. En varlıklı, en güçlü büyücü ailesinin tek varisi olarak doğmuştu. Babaları ona karşı ne sevgisini ne de ilgisini eksik etmişti. Elbette onca imkan biraz küstahlaşmasına sebep olmuştu. Her zaman her şeye hakkı olduğuna inanmıştı. Farelere işkence ettiğinde kimse kızmamıştı. Yetişkin bir adamı öldürdüğünde, babasına ruhunun bir parçasını aktardığında herhangi bir ceza almamıştı. Karanlık Lord babası onu her zaman takdir etmişti. O da onların yüzünü kara çıkartmayacağı şekilde yaşamış, bütün imkanları sonuna kadar harcamıştı. Okula başladığı zaman insanlarla iletişim kurma konusunda çok da iyi olmadığını anlamış, neyse ki o sorunu da çözmüştü.
İşte tam da bu ve sayılmayan onlarca şey yüzünden, Polaris bu dönemde yaşadıklarına anlam veremiyordu. Belki de ilk defa hayatı kötüye gidiyordu ve en büyük sorunu, sorunun ne olduğunu bile bilmiyor olmasıydı. Zaten zamanının çoğunu sırlar odasında geçiriyordu, ya iksir kaynatarak ya da basiliskten ders alarak. Bir de üstüne uykusunu alması gereken birkaç saati kabuslar doldurunca artık hastalanmaktan korkar hale gelmişti, ne var ki sırlar odasına gitmemezlik yapamıyordu. Her gün yeni bir malzeme eklemesi ve farklı bir yönde karıştırması gerekiyordu.
O gün kendisini biraz rahat bırakmaya karar vermişti. Bu yüzden derslere girmemiş, bir şeyler yedikten sonra odasında dinlenmişti. Öğle yemeği için tekrar çıktığında Scorpius'la buluşmuş, yemeğe onunla birlikte gitmişti. Hava oldukça soğuktu ve Polaris sıcak seven bir insandı ama sihir gücü onu soğuktan koruduğu için bir sorun yoktu.
Scorpius da kendisi gibi soğuğu sevmiyordu ve Polaris'in aksine o hava soğukken dışarı çıkmayı da sevmiyordu. Bu yüzden Polaris, sarışın çocuk derslere girmek için yanından ayrılırken bahçeye çıktı. Lapa lapa kar yağıyordu ve genç cadı bu manzarayı rahatlatıcı buluyordu. Yaşadığını hissettiren her şeyi seviyordu. İşte tam da bu yüzden bazen aklının karıştığını hissediyordu. Richard'ı sevdiğine inanıyordu ama ya sevdiği şey büyücünün kendisi değil de cadıya hissettirdikleriyse? Öyle olsaydı yine de dahlia* büyüsü tutar mıydı?
"Ne yapıyorsun?" Polaris sesin geldiği yöne döndü. Kırmızı burnuyla titreye titreye yanında dikilen büyücüyü görünce gülümsedi. "Seni düşünüyordum." Richard kahkaha attı. Dişleri birbirine çarptığı için biraz zorlanmıştı. "İşte buna inanamam."
"Sana neden yalan söyleyeyim?"
"Haklısın... Yalan söylemek senlik değil." dedi Richard dalga geçer gibi. Cadının yanına çöker gibi oturdu. Polaris gülümseyerek elini genç büyücünün eline götürdü. Parmakları birbirine değdiği anda Richard'ın içi ısındı, halbuki Polaris henüz büyüyü yapmamıştı.
"Biraz daha iyi misin?" dedi ısınma tılsımını yaptıktan sonra. "Madem üşüyorsun, bu soğukta neden dışarı çıktın? Hasta olcaksın."
"Senin dışarı çıktığını gördüm. Bugün seni doğru düzgün göremediğim için merak ettim." Polaris tebessüm etmeden edemedi. Bakışlarını kaçırıp yağan karı izlemeye devam etti. Genç Hufflepuff da ona uyarak sessizliği sürdürdü. Birlikteyken ikisi de öylesine huzurlu hissediyordu ki... İkisi de birbirine itiraf etmeye cesaret edemiyordu.
"Beni seviyor musun?" diye sordu Polaris. Bilse de duymaya ihtiyacı vardı.
"Senin o güzel aklının bile alamayacağı kadar..." dedi Richard bocalasa da. "Ben bile anlayamıyorum. Üstelik onca engele rağmen, nasıl seni kendimden önce tutabildiğimi inan bilmiyorum." Polaris'in kalbinin çarpıntıları adeta birbirine karıştı. Nefesi kesilirken kan kırmızısı gözlerini siyah saçlı çocuğun bal köpüğünü andıran gözlerine çevirdi. Richard, Polaris'in konuşmasına izin vermeden devam etti. "Senden böyle bir şey duymayı beklemiyorum. Duygularını birbirinden ayırıp adlandırmak için daha çok gençsin."
"Nasıl beni böyle küçümseyebiliyorsun?" diye sordu Polaris hayal kırıklığıyla. "Yaşımın küçük olduğunu biliyorum, neden sürekli yüzüme vurmak zorunda hissediyorsun?" Richard tam ağzını açıp cevap verecekti ki bu sefer Polaris onu konuşturmadan devam etti. "Bana sorarsan, Richard, bana değil kendine hatırlatmaya çalışıyorsun. On bir yaşındaki bir kızdan etkilendiğin için kendinden iğreniyorsun, öyle değil mi?"
Genç büyücü kesinlikle ağzından çıkanlardan pişman olmuştu. Kendisini aklama arzusuna kapıldı ama Polaris de patlama noktasına gelmişti. "Hayır, ben..."
"Hayır, sen, ne?" dedi Polaris alay eder gibi. "Karanlık Lord babamın on altı yaşından önce başaramadığı şeyi ben sekiz yaşımda başardım. Kendi ruhumu böldüm, babama verdim. İlk kez birini öldürdüğümde bir yaşımı bile doldurmamıştım ve öldürdüğüm kişi babaannemdi. Bütün bunlar iğrenç şeyler değil mi? Asıl bu yüzden bana bakmaya bile iğreniyor olman gerekiyor! Asıl benim seni kötü etkilememden korkman gerekiyor! Kendini nasıl bir konumda görüyorsun ki yer yüzünde benden üç yıl fazla geçirdin diye beni naif bulmaya cüret edebiliyorsun?" Çocuğun sessizliğinden faydalanarak devam etti.
"Bütün bunları bilmiyor muydun? Konuşsana! Benim nasıl bir canavar olduğumu bilmiyor muydun?"
"Kendine öyle söyleme."
"Ne söyleyeyim öyleyse?" diye bağırdı göz yaşları yanaklarına doğru yol alırken. İnce tırnaklarını avuç içlerine öyle sert batırıyordu ki kanının ıslaklığını hissedebiliyordu. Öte yandan Richard, cadının ağlıyor olduğu gerçeğini sindirmeye çalışıyordu.
"Ben bütün bu yaptıklarımla yaşamaya çalışırken, senin gibi düzgün birini hak etmediğimi düşünürken sen beni çocuk olarak görüyorsun! Çocuğa benzer bir halim mi var? Söylesene! Neden su..."
Richard cadının ağzından dökülen sözlere daha fazla dayanamadı. Polaris'in yaşlarla ıslanan yanağını tek eliyle tutup dudaklarını birleştirdi. Polaris uçuyormuş gibi hissetti, ruhu süzülüyordu. Dudaklarını çekinerek kıpırdattı. O sırada Richard yine geri çekildi ama yüzleri arasındaki mesafeyi olduğu gibi bıraktı. Polaris gözlerini kırpıştırdı.
"Sen canavar değilsin." diye fısıldadı. Kendinden o kadar emindi ki Polaris bile çocuğun sözlerine inandı. "Değilsin, Polaris. Anlattığın onca şeyden ne anlıyorum, biliyor musun? Ruhunun kalan parçası bile o kadar güzel ki... Sevdiklerin için her şeyi yaparsın. Değer veriyorsun. Onların iyiliği için kendinden ödün vermekten çekinmiyorsun. Sende en çok bunu seviyorum."
Ruhunun kalan parçası bile o kadar güzel ki... Polaris bunu daha önce kimseden duymamıştı. Kimse ona böylesine güzel bir şey söylememişti. Kimse, babaları bile onu böyle görmemişti. Kötü olduğunu biliyordu. Bunu Draco'nun Polaris büyürken yaptığı şeylere verdiği tepkilerden anlamıştı. Ne zaman birine zarar verse Draco hep dehşete kapılmıştı. Kendi kızından korkmuştu... Düşünüyordu. Düşünüyordu ve şimdiye kadar öldürdüğü her bir insanı sarışın babası için öldürdüğünü fark ediyordu.
O bunu yaptıkça adam kendisinden soğuyordu ama Polaris ısrarla yapmaya devam ediyordu. Hep onun için yapıyordu. Peki, bu yaptıklarını haklı çıkarıyor muydu?
"Canavar değilsin..." diye tekrarladı Richard. Usulca cadının yanaklarını ıslatan yaşları sildi. "Ağlama, canavar değilsin. Çok güzelsin. Hayatım üzerine yemin ederim ki çok güzelsin. Seni tanıyabildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum."
Polaris cevap vermedi. Burnunu çekerek başını çocuğun göğüsüne gömdü. İç çeke çeke ağlarken genç Hufflepuff'ın saçlarını okşamasına izin verdi. O sırada bahçeden geçen Harry, bu manzara karşısında ne yapması gerektiğini kestiremedi. Kafa karışıklığıyla arkasını dönüp şatoya girdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
All Mine || Tomaco Fan Fiction
Fanfiction[Tamamlandı] Draco Malfoy, kendisine miras kalan bir odada kara kaplı bir defter bulur. Kendisini kötü hissettiği her an deftere yazmaya başlar. Tuhaf olan, karşılık alıyor olmasıdır. "Benim için küçük bir iyilik yapmaya ne dersin, Draco?" •Tom Mar...