LXXVIII

446 62 11
                                    

Polaris.

Genç kız gözlerini karanlık bir odada açtı. İlk başta Hogwarts zindanlarındaki odasında olduğunu sandı ama ne Kara Göl'ün dibine bakan bir penceresi vardı, ne de Ortak Salon'da yanan şöminenin ışığını altındaki aralıktan sızdıran bir çıkış kapısı.

Elini kaldırıp gözünün önünde salladığında hiçbir şey göremedi. Zifiri karanlıktı. Ne kadar ölümsüz olduğunun bilincinde olsa da bilinmezlik kalbinin korkuyla kasılmasına sebep oldu. O sırada, kulağına yabancı olan sesi bir kez daha duydu.

Polaris...

Cevap vermek istedi ama dili damağı kurumuştu. Çünkü kendisiyle çatal dilinde konuşuluyordu ama konuşan bir yılan değil, yetişkin adamdı. Babaları değildi, Harry değildi... Öyleyse kimdi?

Merope...

"NE VAR?" diye patladı bir anda. Ne yaptığının farkına vardığında ise artık çok geçti. Korku kanına zehir gibi yayılırken ayakları, bastığı zeminden kaydı. O dibe doğru çakılırken artık korkması gereken bir zemin yoktu. Korkudan çığlık atmayı bile unuttu. Saniyeler dakikalara dönerken göz yaşları düşüşünün hızıyla havaya karışıp duruyordu. Artık bitsin istiyordu. Ne olacaksa olsun, ölecekse ölsün. Sadece bitsin.

Vazgeçmişlikle kaslarını serbest bıraktığı anda dileği gerçek oldu. Sertçe yere çakıldı. Kafasını, sırtını, boynunu çarptı. Ama ölmedi. İşte o zaman anladı.

Bilinçaltında bir yerlerde sıkışıp kalmıştı. Yaşadıklarının hiçbiri gerçek değildi. Her şey kendi zihninde olup bitiyordu.

Ayağa kalkıp etrafını inceledi. Az önce bulunduğu oda ne kadar karanlıksa şimdi içinde bulunduğu oda o kadar aydınlıktı. Hemen gözleriyle üzerini yokladı. Artık görebiliyordu. Siyah bir kazak, pantolon ve büyücü cübbesi. Olağanüstü bir durum yok. Herhangi bir kesiği ya da kırığı yok.

"Kendini incelemen bitti mi?" Duymayı beklemediği bu ses irkilmesine sebep oldu. Kendi etrafında dönüp kimin konuştuğunu anlamayı çalıştı ama odada bir tek kendisi vardı. "Beni mi arıyorsun?"

Polaris cevap vermedi. Yakut kırmızı gözleriyle hızla etrafı taradı. Bir kapı gördüğünde yüzüne rahatlamaya çok benzer bir ifade oturdu. Ne var ki, kendisini göstermeyen adam bir kez daha konuştu.

"O kapıyı açmanı tavsiye etmem, Polaris. Senin iyiliğin için söylüyorum."

Sakin ol, diye düşündü kendi kendine. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Sakin ol, aklına girmesine izin verme...

"Pekala..." diye mırıldandı Polaris. Gözlerini açıp kararlı olduğuna inandığı bakışlarını tavana dikti. "Sana inanıyorum. Burada kalacağım. Benden ne istiyorsun?"

"Babandan zeki olduğunu görmek güzel." Arkasından gelen sesle sıçrarcasına kendi etrafında döndü. Öylece dikilip kendisine bakan adamı bir yerden gözünün ısırdığını düşündü ama çıkartamadı. Bu sırada adam devam etti. "Ona kapıyı açmaması söylendiğinde o açmıştı."

"Sonra ne oldu?" diye mırıldandı adamı incelerken. Sakallı adamın neşeden uzak kahkahası tüylerini diken diken etti.

Uzun boylu, kumral saçlı bir adamdı. Saçları da sakalları da uzundu. Gözleri yemyeşildi. Polaris bir anlığına adamın Lord babasının yaşlılığı olup olamayacağını düşündü. Hemen sonra bu fikirden vazgeçti. Babası ona asla böyle bir şey yapmazdı.

Adam yavaş adımlarla kendisine doğru yaklaşırken korktuğunu belli etmemek için çenesini dik tuttu. "Ölmeden cehennemi yaşadı, sevgili torunum. Kendisini şanslı saymalı, aslına bakarsan, her insana nasip olmaz. Hatta her ölüye bile nasip olmaz."

Torunum...

Evet, Polaris şimdi adamı gözünün nerden ısırdığını anlamıştı. Sırlar odasında heykeli olmasa torunum demesine rağmen tanıyabileceğini sanmıyordu. "Salazar aşkına..." diye inledi başını eğerken. "Siz olamazsınız..." Salazar derin bir kahkaha attı.

"Çocuğum... Gerçekten ben miyim, bunu hiçbir zaman bilemeyeceksin. Belki beynin sana tuhaf bir oyun oynuyordur. Belki de gerçekten benimdir. İki türlü de dikkat etmen gereken tek bir nokta var..."

"Bu bir uyarı." dedi Polaris suratına çarpan gerçekle. "Kendi hayal ürünüm de olsa, gerçek de... Ters giden bir şeyler var."

"Evet..." dedi Salazar. Az önceki tavrına göre oldukça durgunlaşmıştı. "Basilisk senin dostun değil, Polaris, bunu sakın unutma. O, kendisinden aşağı gördüğü insana hizmetkar olmak zorunda kalmış büyülü bir yaratık. Eğer isteklerini açık bir şekilde dile getirmezsen, sana sunacağı çözüm canını yakabilir. Geri dönmek istediğin anda geri dönüşü olmayabilir."

Küçük cadı, kanının damarlarında donduğunu hissetti. Yine de istifini bozmadan mırıldandı. "Ben her şeyi göze aldım..."

Salazar sinirleri bozulmuş gibi güldü. "Sen neyi göze aldığını bile bilmiyorsun ki çocuğum... Her şeyi göze almışmış... Boyundan büyük konuşuyorsun." Polaris cevap vermedi. Veremedi. Ağzını açıp tek laf edemeyecek kadar dehşete düşmüştü.

Salazar bakışlarını yere çevirip birkaç saniye bekledi. Gözlerini tekrar cadının gözlerine diktiğinde endişeli gözüküyordu. "Hayatın boyunca, Polaris, az sonra söyleyeceklerimi sakın unutma. Her şeyin her zaman bir bedeli vardır. Her zaman..." Polaris konuşabilecek cesareti topladığında içinde tuhaf bir huzursuzluk hissetti. "Ne..."

"Polaris!" Cadı çığlık atarak yataktan fırlarken Scorpius kıza hemen kollarını doladı.

Polaris bir haftadır neredeyse her gece kabus gördüğü için sarışın olan onunla birlikte kalıyordu. Yine birlikte uyudukları sırada genç büyücü cadının çığlıklarıyla uyanmıştı.

"Geçti, kabus gördün..." Kardeşi gibi gördüğü kız hıçkıra hıçkıra ağlarken Scorpius onun sırtını sıvazlamakla yetindi. Polaris sonunda sakinleştiğinde sarışın büyücü, kumral cadıyı göğüsünden ayırıp gözlerini birleştirdi. "Bu sefer ne gördün? Daha önce ağlamamıştın..."

Polaris boşluğa düşmüş gibiydi. Nerede olduğunu, kim olduğunu hatırlamaya çalıştığı birkaç saniyenin ardından düşünceli bir halde kendisine bakan grilere döndü. Kafası çok karışıktı. Gözlerini ilk açtığında rüyası aklındaydı sanki ama şimdi...

Başını iki yana salladı. Kuruyan boğazını nemlendirmek için yavaşça yutkunduktan sonra kısık sesle mırıldandı. "Bilmiyorum ama önemli olsa hatırlardım sanırım... Dediğin gibi, sadece bir kabus olmalı."

All Mine || Tomaco Fan FictionHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin