"Draco? Draco!" Kızıl saçlı cadı korkuyla sarışını sarsıyordu ama hiçbir tepki alamıyordu. "Bu iyi olamaz, neden uyanmıyor? Ne oluyor?"
"Biraz sakin ol, Ginny." dedi Blaise sakinlikle ama o da arkadaşının durumunun normal olmadığının farkındaydı. "Uykusu derindir."
"Blaise sen delirdin mi?" Bu sefer bağıran Pansy olmuştu. "Az önce burda resmen savaş çıktı! Deminden beri bağırıp duruyoruz! Şu yüzünün haline bak! Biriniz bir şey yapın!" Pansy'nin bağırışıyla Ginny'nin ağlaması birbirine karışırken Blaise de gerginlikle çenesini sıvazladı.
Trenin Slytherin'leri barındıran kısmına tamamen kargaşa hakimdi. Draco Malfoy'un yüzünde acı çeker gibi bir ifade vardı, bütün bedeni titriyordu ve zaman zaman acıyla inliyordu. Sınıf başkanları genci revir olarak kullanılan kısma götürmüşlerdi ama ordaki görevlinin de ne yaptığından haberi varmış gibi görünmüyordu.
Saatler süren yolculuğun sonunda kargaşa daha da arttı. Görevliler sarışını kaptıkları gibi Hogwarts'a giden ilk arabaya bindirmişlerdi. Diğer binalardaki öğrenciler ne olduğunu merak ediyor, uzanıp bakmaya çalışıyorlardı.
O sırada Draco, hayatının en kötü deneyimini yaşıyordu ve ne olduğundan haberi bile yoktu. Hayatı boyunca kendisini en çaresiz hissettiği, en çok canının yandığı anların arasına sıkışmıştı. Kapıyı açtığı gibi geçmişinin karanlığı etrafına dolanmıştı.
En kötüsü, bütün bunların anı olduğunun bilincinde olmamasıydı. Hepsini o an yaşadığını zannediyordu.
"Ben sana söylemiştim..." diye bir ses yankılandı Draco'nun kafasında. Kendisi hıçkıra hıçkıra ağlamakla meşguldü. "Sana kapıyı açma demiştim."
"Ya...yardım edin..." diye inledi Draco. "Biri yardım etsin... lütfen..."
Lucius Malfoy, oğlunun kolundan tutmuş sürüklüyordu. Draco on üç yaşındaydı. Hogwarts'ta ikinci senesini yeni bitirmişti ve Quidditch maçında Harry Potter'a karşı mağlup olmuştu. Cezanı çekmen gerekiyor, demişti soğuk gri gözlerin sahibi. Senin için o kadar masrafa girdim ve sen kaybettin.
Belki o kadar da küçük sayılmazdı Draco, normal bir ceza için en azından.
"Baba delirdin mi?" diye bağırdı birden. Babasına bu şekilde sesini yükseltmezdi ama korku boğazına bir çift el gibi sarılmıştı.
Babası onu duymamazlıktan geldi. Soğuk koridorun sonuna kadar ilerledi ve Draco'yu kapısı açık olan hücreye doğru fırlattı. İşten arkadaşları ona bunun bir ceza için fazla olduğunu söylemişlerdi ama Lucius ne yaptığını oldukça iyi biliyordu. Eğer yeterince acı çekmezse asla dersini tam olarak almazdı.
Draco rutubetli yere düştüğünde hala olanlara inanmak istemiyordu. Babası onu Azkaban'da bir hücreye kapatmıştı. Her saniye içindeki mutluluğun söküldüğünü hissediyordu. Ruh emicilerin soğuk nefesi ensesindeydi sanki.
"Seni burdan çıkarabilirim, Draco." Sarışın olan, kafasında yankılanan sesle dikkat kesildi. Şimdiye kadar dedikleri bir anlam ifade etmediği için dikkate almamıştı.
"Kimsin sen?" diye sordu korkuyla.
"Beni çok iyi tanıyorsun..." dedi ses tekrar. Draco düştüğü yerde emekleyerek duvar dibine çöktü. Kendisine çektiği dizlerine sarılırken bu hareketiyle kendisini dışardan gelebilecek kötülüklere karşı koruyabileceğine inanıyordu.
"Ben senin arkadaşınım, Draco, dostunum. Unuttun mu? Ben Tom."
"Benim Tom diye bir arkadaşım yok..." dedi Draco dişlerini sıkarak. "Crabbe var, Goyle var, Pansy ve Blaise var ama Tom yok." Melodik bir kahkaha yankılandı. On üç yaşındaki Draco yutkundu. Kafasının içinde sesler dönmesine alışık değildi. "Daha tanışmadık da ondan..." dedi adının Tom olduğunu öğrendiği çocuk. "Bunun da bir önemi yok zaten, sen burdan çıkmak istiyor musun yoksa istemiyor musun? Bana güven, sana yardımcı olacağım."
"Karşılığında sen ne alacaksın?" diye düşündü Draco. Dillendirmeye mecali kalmamıştı. Ölü gibi hissediyordu. İçinde iyiliğe, güzelliğe dair hiçbir şey kalmamış gibi...
"Dostluğun bana yeter." dedi ses, Draco onun sırıtışını ses tonundan bile hissetmişti. Yine de başka çaresinin olmadığının bilincindeydi. Başıyla onayladı. Yeterli olmayacağını anladığındaysa hafifçe boğazını temizledi.
"Dostunum."
O anda sarışın olan, kötü bir rüyadan uyanmış gibi yattığı yerde dikildi. Günlerdir akciğerlerine hava gitmiyormuş gibi derin nefesler alıyordu. Nerde olduğunu, kendisine endişeyle bakan Madam Pomfrey'nin gözlerini görene kadar anlamamıştı. Aynı anda haftalardır göğüsüne oturmuş olan ağırlığın olmadığını fark etti. Ağırlık yerini koca bir boşluğa bırakmıştı.
Gözünün önünde şıklatılan parmakla bakışlarını kendisine bakan kadına çevirdi. Kadının dudakları kıpırdıyordu. Belli ki bir şeyler söylüyordu ama Draco hiçbirini duyamıyordu. İçindeki boşluk her saniye daha fazla büyüyordu. O boşluğu, o boşluğa düşüp kaybolma korkusu doldurmaya başlamıştı.
"Defterim..." dedi sonunda konuşabildiğinde. Kendi sesi bile kulağına uğultu gibi geliyordu. Yaşlı cadının kaşları çatıldı. "Defterim nerde?"
"Profesör Snape incelemek için aldı. Seni hasta ettiğini düşündük."
"Yanlış düşünmüşsünüz." dedi buz gibi sesiyle. Defterin Snape'de olduğunu düşünmek bile korkunç gelmişti o an. Dumbledore'da olmadığı için şükrediyordu ama Snape de en az onun kadar kötüydü.
Yakınlıklarından faydalanıp Draco'yu sıkıştıracaktı, bundan adı kadar emindi.
Doktor cadı cevap veremeden kapı açıldı ve arkadaşları içeri dolmaya başladı. Draco'nun aklındaysa tek bir şey vardı.
O defteri ne pahasına olursa olsun geri alacağım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
All Mine || Tomaco Fan Fiction
Fanfic[Tamamlandı] Draco Malfoy, kendisine miras kalan bir odada kara kaplı bir defter bulur. Kendisini kötü hissettiği her an deftere yazmaya başlar. Tuhaf olan, karşılık alıyor olmasıdır. "Benim için küçük bir iyilik yapmaya ne dersin, Draco?" •Tom Mar...