LXXXII

388 69 15
                                    

Genç cadı, elinde tuttuğu madalyonlara bakarken ölümsüz hayatının kalanında yaşadığı son iki saatin kendisini avlamaya devam edeceğini biliyordu. Doğduğu güne gidip kendi lanet yaşamına son verme fikri aklını kurcalayıp duruyordu. Ne var ki, yapamazdı. Bütün bu yaptıklarıyla yaşamak zorundaydı. Tabii buna yaşamak denirse.

Richard'ı öldürmüştü. Kendisini canavar olarak görmeyen tek insanı öldürmüştü. Öğrencilere yemek yapmak için kullanılan bir bıçakla nefesini kesmişti. Yetmezmiş gibi göğüsünü yarmış, kalbini çıkartmıştı. Kara büyü yapmak için kazana atmıştı. İksir fokurdamış, kazanın dibinde iki parça taş kalana kadar da durmamıştı.

Neden iki, diye düşünüyordu. Aldığım tek can için neden iki madalyon?

Bu soruya cevap bulamayacaktı. Önemi de yoktu. İnsanlığını kaybetmişti. Yıllar önce babasının düştüğü hataya düşmüştü. Kendi hırsları yüzünden ölümle birden fazla kez oynamış ve en sonunda insanlığından olmuştu. Kendini bitirmişti. Sevecek, sevilecek hiçbir şey bırakmamıştı.

Taşları madalyon haline getirdiği anda her şeyin bittiğini biliyordu. Az önceki bitkin, yorgun, hasta halinden eser kalmamıştı. Kendisinden geriye bir şey kalmamıştı ki hastalık gibi dünyevi şeyler hissedebilsin... O zamandan beri düşünüyordu. Hayatına nasıl devam edebileceğini düşünüyordu. Yaşamı adına kendi yaşamından olduğu Scorpius'un, kurtarmak adına ruhunu feda ettiği babasının yüzüne nasıl bakacağını düşünüyordu ve aklına tek bir cevap geliyordu.

Bakamayacaktı.

Ayağa kalkıp gözlerini kapattı ve odaklandı. Az önce yapabildiyse tekrar yapabilirdi, biliyordu. Bu yüzden artık tanıdık gelen sıkışma hissinin ardından kendisini yatakhanesinde bulunca şaşırmadı.

Madalyonları yatağının üzerine bırakıp kanlı ellerini inceledi. Üzerindeki her bir kıyafeti çıkartıp yaktı. Yangın büyümeden söndürüp odasındaki banyoya girdi. Derisi soyulana kadar kendisini çitiledi. Artık ağlayamıyordu, canı yanmıyordu. Kaynar suyun altında saatler geçirdi. Sonunda çıktığında üzerine siyah bir pantolon ve siyah bir boğazlı kazak geçirdi. Yüzüklerini takmadı. Ona kim olduğunu hatırlatacak hiçbir şeye dokunmadı. Buna asası da dahildi.

Islak saçlarını tepeden bağlayıp çalışma masasına oturdu. Önüne iki parça parşömen çekti ve yazmaya başladı.

İşi bittiğinde iki mektubu da rulo haline getirdi ve ip yarımıyla bağladı. Madalyonları cebine sokup elindeki mektuplarla odasından çıktı. Birkaç adım uzaktaki odanın önüne geldi ve kapıyı sessizce açtı. Scorpius doğal olarak uyuyordu. Gün aymak üzereydi.

Cadı, çocuğun yanına ilerleyip baş ucundaki komidine mektubu ve madalyonlardan birini bıraktı. Ardından usulca yanına oturdu. Eğilip saçlarını öptü. "Senin için her şeyi yapacağımı söylemiştim..." Son kez dağınık saçların arasına bir öpücük kondurdu ve yataktan kalktı. Cisimlenerek Hogwarts'ı terk etti. Evindeydi. Malfoy Malikanesi sessizdi. O salona cisimlendiği anda babasının cini Dobby de yanına cisimlenmişti. Şaşkınlıkla eğilip selam verdi. "Küçük Leydi Malfoy, hoş geldiniz efendim. Dobby sizi beklemiyordu."

"Ben de beklemiyordum, Dobby, babamlar da. Onlara sürpriz yapmaya geldim. Gider ve bizi yalnız bırakırsanız sevinirim."

Dobby bir şeylerden şüphelenmiş gibi görünüyordu. Yine de emirlere karşı çıkamayacağını biliyordu. Bu yüzden eğilerek selam verdi ve geldiği gibi kayboldu.

Polaris merdivenleri yavaş yavaş çıktı. Öyle ki o babalarının odasına girdiğinde gün ışığı pencereden içeri vuruyordu.

Yatağın yanına yaklaşıp bir süre babalarını izledi. Marvolo Draco'ya arkadan sarılmıştı. İkisi de öyle huzurlu görünüyordu ki Polaris kendi kalbinin atıp atmadığından emin olamadı. O böylesine bir huzura asla sahip olamayacaktı. Bu gece yaptıklarından sonra asla. Hak ettiğini de düşünmüyordu zaten.

Diğer mektubu Draco'nun baş ucundaki komidine bırakırken bileğini aniden saran elle olduğu yerde irkildi. Sarışın babası şaşkınlıkla kendisine bakıyordu. "Polaris, ne yapıyorsun?" Açıklama yapamayacağının farkındalığıyla olduğu yerde dondu.

O sırada Marvolo da uyandı. Cadı içinden kendisine lanet okumaya başlarken ikisi de doğrulmuştu. Marvolo'nun bakışları kızın elindeki parşömene kaydı. "Polaris... Bu ne?"

"Özür dilerim." dedi sessizce. Draco kızın elini bırakmadan yataktan çıkıp karşısına dikildi. Polaris'in içindeki sıkıntı yüzünün buruşmasına sebep oldu. "Baba... Bırak kolumu." Marvolo da kalktığında Polaris gözlerini sıkıca yumdu. Onlarla yüzleşmek istemiyordu.

"Bir yere mi gidiyorsun?" diye sordu Karanlık Lord. Kaşları çatılmıştı. "Bu saatte burda ne yapıyorsun? Buraya nasıl geldin? Polaris!"

"Özür dilerim!" diye bağırdı acı çeker gibi. Draco şaşkınlıkla kızına bakarken Polaris derin bir nefes aldı. "Özür dilerim, bunu yapmak zorunda olduğum için özür dilerim. Sizi çok seviyorum. Sadece bunu bilin."

"Draco, mektubu ver." dedi Marvolo öfkeyle. Polaris başını iki yana salladı. Karanlık Lord elini kaldırıp Polaris'in kaslarının hakimiyetini alırken Draco mektubu çekip aldı. Cadı bağırdığı anda sihri vücudundan taştı. Marvolo'nun büyüsü etkisini yitirirken bu sefer iki yetişkin aynı konuma düştü. Bedenleri Polaris'in hakimiyetine girdiği anda ikisi de dehşete düşmüş gibi küçük kızlarına döndü. Çırpınmaları hiçbir sonuç vermedi.

"Özür dilerim, babacığım..." dedi Polaris burukça gülümserken. "Özür dilerim, Lordum... Ama ikinizin büyüsü de beni zapt etmek için yeterli değil... Çok üzgünüm."

"Polaris!" diye bağırdı Draco çaresizlikle. "Polaris lütfen! Ne yapıyorsun? Bebeğim, ne olduysa birlikte çözebiliriz... Neden veda ediyormuş gibi konuşuyorsun? Neden?"

"Polaris..." dedi Marvolo. Cadı babasının gözlerinin karardığını gördü.

"Bizi derhal bırakıyorsun. Derhal." Polaris başıyla onayladı. "Bırakacağım, babacığım. Bırakacağım..." Titrek bir nefes alıp hareket edemeyen babalarına doğru ilerledi. Önce Draco'yu yanaklarından öptü, sonra Marvolo'nun elini avucunun içine aldı. Öpüp başının üstüne koyduğunda Marvolo hala büyüden kurtulmaya çalışıyordu. Polaris onları daha fazla tutamayacağını biliyordu. Bu yüzden birkaç adımla geri çekilip gülümsedi.

"Umarım beni bir gün affedebilirsiniz..." diye mırıldandı Draco'nun elinden aldığı mektubu komidinin üzerine atarken. "Scorpius'a iyi bakın, kendisini suçlamasın. Bu tamamen benim seçimimdi."

"NE SENİN SEÇİMİNDİ?" diye bağırdı Draco delirmiş gibi. "NE ANLATIYORSUN SEN? NEREYE GİDİYORSUN?" Polaris gözlerini yumdu. Onu bu halde görmeye dayanamadı.

"Kendinize iyi bakın..." diye fısıldadı. Gözünden bir damla yaş aktığı anda hızla sildi. "Sizi seviyorum." Cisimlenerek ortadan kaybolduğu anda Draco'yla Marvolo'nun kolları öne düştü. Anında toparlanarak ayağa kalktılar ama her şey için çok geçti. Marvolo sinirle komidinin üzerindeki parşömeni alıp açtı. Yazanları okurken yüzü şekilden şekile girdi. Mektubu yatağa fırlatıp cisimlendiğinde Draco titreyen parmaklarıyla mektubu eline aldı. Küçük meleğinin el yazısını gördüğü gibi göz yaşları yanaklarına süzüldü.

'Babacığım...

Sizden ayrılırken geriye sadece bir mektup bıraktığım için özür dilerim. Yapmamam gereken bir şey yaptım. Güvenmemem gereken bir şeye güvendim. Her şey benim kontrolüm altında sandım. Kendi kibirim yüzünden kendimi kaybettim. Babam beni uyarmıştı, buna rağmen ölümle oynadım.

Hortluluk yapmadan ölümsüzlüğün sırrını buldum. Keşke bulmasaydım. Scorpius için çok değer verdiğim birini feda etmek zorunda kaldım. Artık kendimi tanıyamıyorum. Hiç kimsenin yüzüne bakabilecek kadar güçlü hissetmiyorum. Sizin yüzünüze bakıp sizi hayal kırıklığına uğrattığımı bilerek yaşamak istemiyorum.

Lütfen beni aramayın, bulmaya çalışmayın. Siz bu mektubu okurken ben çoktan gitmiş olacağım. Bir gün yanınıza dönecek yüzü bulursam umarım beni hala seviyor olursunuz. Umarım bir gün beni affedebilirsiniz.

Babacığım, Scorpius ona bıraktığım hediyeyi boynundan çıkartmasın. Ona da yazdım ama sen de emin ol lütfen. Yaptıklarımın boşa gittiğini bilmek beni kahreder.

Sizi sonsuza kadar sevecek olan kızınız
Polaris'

All Mine || Tomaco Fan FictionHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin