Fizikçiler delidir, manyaktır, kafayı sıyırmıştır. Aklı başında hiçbir insan fizik denen şeye bulaşmak istemez ama şöyle bir paradoks var ki fizikçiler de istedikleri için bulaşmaz zaten fiziğe. Onlara verilmiş bir yetenektir bu. Kimimize fazla kimimize az verilmiştir ama hepimiz belli bir yetenekle doğarız. Bazı insanlar büyücü olduklarını istemsiz geleceği gördüklerini söylerler ya hani hah fizikçiler için de böyledir bu.
Ben de isterdim yıldızlı bir gecede gökyüzüne baktığımda Van Gogh gibi efsunlu bir sanat eseri görmeyi ama şuan oturduğum balkon kenarında yukarı baktığımda kendi kendime yıldızların parlaklıklarını hesaplamaya çalışıyordum. Tabii bu çıplak gözle yapılabilecek bir şey değildi. Yine de vakit geçirmek için birebirdi. Dün geçirdiğim kazadan sonra tekrar kendi odama yerleştirilmiştim. Artun Han'ı dünkü konuşmamızdan beri görmemiştim açıkçası odamdan dışarı çıkasım ya da biriyle konuşasım yoktu sanırım yaşadığım olay beklediğimden fazla sarsmıştı beni.
Sabah hizmetlim olarak çalışan adının Gülbahar olduğunu öğrendiğim kız Alp Han Çare'nin benimle görüşmek istediğini söylemişti ama ona da uyuduğumu söylemesini rica etmiştim. Alp Han Çare'yle bile konuşacak kadar iyi hissetmiyordum kendimi. Yalnız ve mutsuzdum. Ayrıca görevimin ne kadar ciddi olduğunu da dün fark etmiştim. Her an ölebilir, yaralanabilirdim. Kim bilir daha ne kadar böyle yaşamak zorunda kalacaktım. Sürekli tetikte olmalıydım şuan bile birileri Artun Emir Han'ın hayatına kastediyor olabilirdi. Allah'ım ben fizikçiydim tetikçi değil!
Oflayarak balkondan içeri girip yatağımın üzerine oturdum. Hadi her şeyi geçtim hala kahve içememiştim. Gülbahar'a kahve istiyorum dediğimde yüzüme uzaylılar dünyaya inmiş dedim gibi şaşkınlıkla bakmıştı. Allah'ın cezası ülkeye kahvenin henüz gelmemiş olma ihtimali mi vardı acaba? Keşke internet olsaydı! Araştırmam gereken çok şey vardı. Kapımın üç kere çalındığını duyunca oturuşumu düzeltmem gerektiğini fark ettim adeta yayılmıştım yatağa ama sonra vazgeçtim en fazla Artun Han gelirdi koskoca ülkenin hükümdarı falan filan ama gerçekten artık umurumda değildi hiçbir şey. Karşısında düzgün oturmuyorum diye beni mi asacaktı? Buyursun assın, yolu da açık olsun kendisini cehennemde beklerdim. Bensiz çok da uzun yaşayamayacağını düşünürsek karşılaşmamız erken olurdu zaten. Ben yine saçma sapan şeyler düşünürken içeri Eray Paşa girdi. Hah tam adamı gelmişti beni iyi hissettirecek, depresyonuma iyi gelecek tek kişi!
Yine son derece şıktı saçları da çok güzel gözüküyordu. Hani 2020'de olsak erkek berberleri fotoğraflarını camlarına asarlardı öyle güzel saçları vardı. Bu fikirle istemsizce kahkaha attım. Sesli gülmeme tepki göstermeden karşımdaki sandalyeye oturdu aman zaten bu adam hiçbir halta şaşırmıyordu benim deliliklerime de şaşırmaması normaldi.
Kısa bir sessizlikten sonra ilk o konuştu "Bekliyorum." Baygın bakışlarımı yüzünden çekmeden cevapladım. "Neyi bekliyorsunuz paşam?"
Hafifçe gülümsedi. "Oturuşunu düzeltmeni." Gülüşüne karşılık verdim. "Düşünüyorum." Oyuncu bir ifadeyle kurduğum cümleyi aynı oyuncu tonla devam ettirdi.
"Neyi düşünüyorsun?" Derin bir iç çektim. "Düzgün oturmamın size ne faydası olacağını."
Bir süre yüzümü inceleyip yerinden kalkıp bana yaklaştı. "Yaranı kontrol edeceğim Eylem Sultan. Düzgün otur ve elini aç." Gözlerimi devirip oturuşumu düzelttim ayrıca bana Eylem Sultan demelerinden de nefret ediyordum Sultan dediğin Hürrem olur Kösem olur ne biliyim Canpare Sultan falan olur Eylem'den Sultan mı olurmuş hiç? Canpare Sultan demişken o ne yapmıştı acaba? Sarayda iki gündür sessiz bir kıyamet kopuyordu ama neler olduğunu bana anlatan yoktu ben anca işte bıçakların önene falan atlarken akıllarına geliyordum. Bugünkü mızmızlığım geçecek gibi değildi sürekli bir şeylerden yakınıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aynanın Diğer Tarafındakiler
Historical FictionÜniversite öğrencisi Eylem; bol bol gezmeyi, kahkahalarla gülmeyi ve kelebekleri fazlasıyla severken, kitaplardan, yalnızlıktan ve ciddi olan her konudan nefret ederdi. Tarih bölümü öğrencisi olan erkek arkadaşının ısrarıyla bir 17.yüzyıl hükümdarın...