Sabahın bilmem kaçında horozların bağırışına uyanmıştım demek ki insanların eskiden horoz ötüşüyle uyandığı efsanesi doğruydu. İçeriden gelen tıkırtılarla ev sahiplerimin çoktan uyandığını fark edip saçımı başımı düzeltip odadan çıktım. İçinde bir tahta sandık, birkaç yorgan ve kıyafet alan küçük odaya Hakkı Dede benim için yer yatağı hazırlamıştı Burada kaldığım sürece yeni odam bu minik yerdi işte. İşin iyi tarafından bakarsak kyk yurdundaki gibi 3 kişi bir odada kalmıyorduk 1600 yılında bile kendime ait bir odam vardı Kendi zamanıma döner dönmez anneme bu konuda isyan edecektim. İşin kötü tarafıysa tuvaletin evin dışında olmasıydı. Sürekli o küçük korkunç yere gitmemek için su bile içmiyordum. Banyoları neredeydi onu bilmiyordum ve şuan öğrenmek istemiyordum.
Odaya girdiğimde yerde oturmuş kahvaltı yapıyorlardı ben sabahları şu fazla neşeli olup herkese günaydın mesajı atan tiplerdendim o yüzden Hakkı Dedeye de gülümseyerek baktım. "Sabah-ı şerifleriniz hayr olsun Hakkı Dede!" Evet dikkatinizi çekerim günaydın demedim bu bir başarıdır. Hakkı Dede gülümseyerek cevap verdikten sonra Mustafa'ya döndüm "Senin de hayr olsun Mustafa." Bir süre şaşırmış gibi bana baktıktan sonra başıyla karşılık verdi. Bu çocukla iyi geçinecektim kararlıydım. Ben kimlerle kimlerle anlaşmıştım hem muhtemelen şuan birkaç ev aşağımızda oturan atalarımdan biri tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır dememiş miydi? Ee ben de istediğimde bayağı tatlı dilliydim.
Suratını buruşturup alnını ovan çocuğu gördüğümde sormadan edemedim. "Başın mı ağrıyor?" yüzüme bile bakmadan kafa salladı. "Oğlum gece çok geç vakitte yattın, dün de tek başına dükkanda yoruldun istersen gelme dinlen bugün." Hakkı Dedenin endişeli haline gülümsedim. Ne tatlı adamdı. "Yok dede birazdan geçer." Mustafa'nın sesi gerçekten iyi gelmiyordu. İnsanlık ölmedi ya diye düşünerek aklıma gelen şeyle yerimden fırlayıp çantamın içindeki ağrı kesiciyi çıkardım.
"Al iç bunu. Dedim ya annem şifacı o yaptı bu ilacı iyi gelir." Evet annem bizzat parol üretiyordu(!) Tövbeler olsun iki günde söylediğim yalanlarla cehennemi boylayacaktım. Çocuk şüpheyle önce elimdeki haplara sonra bana baktı. "Senin verdiğin şeyi içer miyim sence?" gözlerimi devirmekten kendimi alamayıp hapı iki parçaya böldüm. "Al yarısını sen iç yarısını ben. Kimseyi zehirlemek gibi bir niyetim yok." Bu sefer daha uzun bir süre yüzüme baktı. Ben de gözlerimi gözlerinden ayırmadan hapı ağzıma atıp yuttum. Yanlış algılamadıysam bu hareketimden biraz etkilenmişti. En sonunda hapı alıp aynı benim gibi ağzına attı ama yutamamış olacak ki öksürmeye başladı. Gülümseyerek eline su tutuşturup sırtına vurdum. En sonunda öksürük krizinden kurtulup bana bakmadan çıkışa yöneldi. "Dede ben seni dışarıda bekliyorum." İçimden öküz desem de kendimi gülmekten alamadım.
Bizle hiç muhatap olmadan kahvaltısını bitiren Hakkı Dede bana temizleyeceğim yerleri gösterdi ve elime birkaç bez ve ağaç dallarında yapılmış bir süpürge tutturdu ardından Mustafa'nın peşinden dışarı çıktı. Anladığım kadarıyla Hakkı Dede ve Mustafa'nın bakırdan yapılma eşyalar yapıp sattıkları küçük bir dükkanları vardı. Gün boyu orada oluyorlardı. Bense onlar gelene kadar uslu uslu bekleyip evi temizleyecektim Yapacak fazla bir şeyim olmadığı için bulaşıkları yıkamaya koyuldum. Maalesef henüz musluk ve su şebekesi gibi şeyler icat edilmemişti bu yüzden nerden geldiğini bilmediğim fıçıdaki buz gibi suyla bulaşıkları yıkadım zaten sadece birkaç parçaydı. Sonra bir yandan şarkı söyleyip bir yandan dans ederek temizlik yapmaya başladım. En sevdiğim şeylerden biri kesinlikle şarkı söylemekti. Öyle muazzam bir sesim olmasa da kendi kendime eğleniyordum işte. Her türlü müziği dinlesem de favorim 2000ler yabancı popuydu. Britney Spears, Lady Gaga ve Beyonce ile çözemeyeceğim şey yoktu.
İşlerim bittikten sonra pencerenin önüne oturup dışarıyı izlemeye başladım aslında bir yorgunluk kahvesi yapmak istemiştim ama mutfakta kahveye benzer hiçbir şey yoktu. Bu büyük bir sıkıntıydı çünkü ben ciddi anlamda kahve bağımlısıydım yine de yapacak bir şey yoktu hem zaten bu akşam evdekilere Kelebek Konağı konusunu açmayı düşünüyordum. Geri döneceğimden şüphem olmasa da içimde ufak bir korku vardı.
Pencere evin bahçesine bakıyordu sokaktan geçen insanları ve koşturarak oynayan çocukları izledim birkaç saat. Her şey çok farklı geliyordu gözüme. Acaba Mustafa'dan rica etsem beni biraz dışarıda gezdirir miydi? Kendim buna cesaret edemezdim hele ki görünüşüm diğerlerinden bu kadar farklıyken kesin dikkat çekerdim. Bir süre sonra dışarıyı izlemekten de sıkıldım elektriğin olmadığı bir çağda yaşamak inanılmaz zordu o kadar sıkılmıştım ki evi incelemeye başladım. Mustafa'nın olduğunu düşündüğüm kitapları bulduğumda mutlulukla yüzüm parladı en azından kitap okuyarak zaman geçirebilirdim ancak içini açtığımda hepsinin el yazması ve Arapça harflerle yazılmış olduğunu gördüm. Küçükken bir süre Kuran kursuna gittiğim için harfler tanıdıktı ama yine de okumama yetmiyordu.
Bazen ne kadar eski bir zamanda yaşadığımı fark etmiyordum sanırım. Mesela Galileo dünyanın yuvarlak olduğunu öne sürdüğü için henüz öldürülmemişti muhtemelen belki de Artun Han yerine onun hayatını kurtarmalıydım eminim dünyaya daha yararlı olurdu. Ya da mesela Newton, henüz o meşhur elma başına düşmemişti ben yer çekimini ondan önce keşfetsem ve tüm dünya Newton yerine beni tanısa neler olurdu acaba? 17.yüzyılda yaşamış kadın bir fizikçinin yer çekimini bulması... Düşüncesi bile imkansızdı ayrıca izlediğim bilimkurgulardan azıcık bir şey öğrendiysem bu da geçmişi asla değiştirmememiz gerektiğiydi.
Derin düşüncelerimden kapının sesiyle sıyrıldım. Bizimkilerin gelmesi için henüz çok erkendi korkuyla yan tarafa bıraktığım süpürgeyi sopasından tutarak ayağa kalktım kendimi ne derece koruyabilirdim bilmiyorum ama en azından şansımı deneyecektim O anda içeri girenin Mustafa olduğunu görerek rahatladım ve süpürgeyi yerine bıraktım "Ödümü koparttın." Her zamanki bomboş bakışlarıyla yüzüme baktı Hakkı Dede ne kadar güleçse bu çocuk o kadar somurtkandı. "Merak etme bu ara evimizdeki tek yabancı sensin."
Gözümü devirip pencerenin önündeki mindere oturdum. "Hayırdır işiniz erken mi bitti, sen neden geldin?" "Sana mı soracağım evime ne zaman geleceğimi?" dili zehirliydi bu çocuğun. Gerçekten sevmek istiyordum kendisini ama asla izin vermiyordu. "Kuzum sen beni iğnelemeden konuşamıyor musun, ne yaptım ben sana Allah aşkına?" isyankar sesime karşı kaşlarını kaldırdı. "Sevmiyorum hiç seni, ve sevmeyeceğim. Anan mı baban mı kim geliyorsa gelsin ve defol git hayatımızdan. Gerçi bir işler karıştırdığına eminim ama dua et dedem fazla saf." Kalbimiz kırıldığına bu dışardan duyulsaydı şimdiye çok fena rezil olurdum çünkü cidden saçma bir şekilde kalbim kırılmıştı. Ne yapmıştım ben bu çocuğa da benden bu kadar nefret ediyordu? Aslında çok fazla takılmazdım insanların dediklerine ama genelde insanlar benden nefret etmezdi ki. Ben kimseye zararı dokunmayan kendi halinde biriydim.
Mustafa cevabımı beklemeden başka bir odaya geçmişti. Aradığı şeyi bulması uzun sürmemiş olmalı ki iki dakika içinde geri benim bulunduğum yere dönmüştü. Dış kapıya doğru yöneldiğini görünce evden çıkacağını anladım ve en azından şansımı denemek istedim. "Mustafa?" sesimi duyunca kapı kulpundaki elini çekerek bana döndü. Ne istiyorsun gibisinden bir bakış attığında lafı uzatmadan direkt konuya girmeye karar verdim. "Ben biraz dışarı gidip gezmek istiyorum. Çıkabilir miyim? Söz kimseye gözükmeden sadece bahçenin önünde dolanırım. Çok sıkıldım evde." Alayla yüzüme baktı ne dediğime anlam vermiyormuşçasına. Aslında beraber çıkalım diyecektim ama onlara zaten fazlasıyla yük olduğumu düşündüğümden biraz sorumluluk almak istemiştim. "Kız başına yalnız dışarı çıkacaksın?" şaşkınca kurduğu cümle bana 2020 yılında bir erkek tarafından söylense kafasına topuklumu yerdi muhtemelen ama bulunduğum yılı ve ortamı düşününce sakinleşmeye çalıştım.
Benim konuşmama izin vermeden devam etti "Hem bu üzerindeki kıyafetlerle mi? Soytarı gibi ortalıkta dolanıp bizi rezil mi edeceksin? Hepsini geçtim senin gibi ne dediğini bilmeyen bir yarım akıllıyı sokağa salacak değilim. Otur oturduğun yerde." Bu son damla olmuştu gerçekten berbat hissettirmişti. Normalde bağırıp çağırırdım ama son günlerde yaşadıklarım o kadar fazlaydı ki bir kelime bile edemedim göz yaşlarım yüzümden aşağı akmaya başladı. Yerimden fırlayıp mutfağa koştum. Yüzünü bile görmek istemiyordum bu aptalın. Kapının kapanma sesini duyunca sesli sesli ağlamaya devam ettim. Bulunduğum durumun absürtlüğü, Mustafa denen duygusuz odunun psikolojik şiddeti, ailemi ve arkadaşlarımı özlemem... Hepsi birikmiş yeni gün yüzüne çıkıyordu bense engel olmadım. Bir köşeye çöküp dizlerimi kendime çektim ve saatlerce ağladım. Kendime tekrar tekrar sordum; Neden ben?
Merhaba ^^ Okuyanlar bölüm hakkında yorum yaparsa çok mutlu olurum :) Umarım birileri okur ve beğenir. İyi günler dilerim herkese <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aynanın Diğer Tarafındakiler
Historical FictionÜniversite öğrencisi Eylem; bol bol gezmeyi, kahkahalarla gülmeyi ve kelebekleri fazlasıyla severken, kitaplardan, yalnızlıktan ve ciddi olan her konudan nefret ederdi. Tarih bölümü öğrencisi olan erkek arkadaşının ısrarıyla bir 17.yüzyıl hükümdarın...