Bomboş bakışlarım bana ait olmadığını bildiğim yorgana kaymışken olanları hatırlamaya çalışıyordum. İlk önce gördüğüm korkunç rüyanın izleri silindi. Ardından dün akşam yaşadığım şeylerin anıları yavaş yavaş aklımı doldurdu ve yüzümü buruşturdum. Birini öldürmüş, Artun Han ve Mustafa'yı bilmediğim bir yere yollamış, Eray Paşa'yla karşılıklı saatlerce ağlamıştım. Benim tepki verecek gücü kendimde bulmamam üzerine Eray Paşa tekrar konuştu. "Hadi Eylem salona geçelim geldiler. Git elini yüzünü yıka üzerini değiştir." Başımı sallayarak ona baktığımda çoktan hazır olduğunu gördüm. İfadesiz yüzü dün gece mahvolmamış gibi ışıl ışıl parlıyordu. Çabuk toparlanmıştı.
Yataktan kalktığımda başım döndü. Zaten yeme düzenim bozuktu bir de üstüne yediğim her şeyi çıkarmıştım midem cayır cayır yanıyordu. Başımın ve gözlerimin ağrısından bahsetmiyordum bile. "Geleceğim yıla da, kelebeğine de, Hasanına da, Buğrasına da hepsine ya hepsine s..." cümlemi tamamlamayıp dışarı çıktım. Küfür etmeyecektim, sakinleşecek Artun Han'ın ve Mustafa'nın yanına gidecektim. İçimden bildiğim tüm duaları ettim Buğra Şah'ı yakalamış olmaları için.
Odama gittiğimde sanki günlerdir buraya uğramamış gibi hissediyordum. Yüzünü yıkayıp aynadaki korkunç aksime baktım. Final haftalarında bile bu kadar morarmıyordu gözlerimin altı. Oflayarak üzerimdeki elbiseyi çıkarıp dolabıma adımladım. Gül kurusu rahat gözüken fırfırlı bir elbiseyi ilk kez giymek üzere çıkardım. Bu kıyafetlerin eskiden Eftelya'ya ait olduğunu bilmek can sıkıcıydı. Keşke kotlarım ve tişörtlerim yanımda olsaydı. Sinirle saçlarımı tarayıp geçenlerde Rukiye'ye düzelttirdiğim kaküllerimi düzelttim. Saçımın arka kalanınıysa gevşekçe ördüm. Makyaj malzemem olsaydı biraz daha insana benzeyebilirdim ama bununla idare edecektim artık.
Adımlarımı hızlandırıp büyük salona doğru ilerledim meraktan çatlayacaktım. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen sarayda bir koşuşturma hakimdi. Dünün izleri kolay silineceğe benzemiyordu. Herkes çok gerilmişti. Yaralanan askerler, zarar gören mobilyalar, otoriteye güveni sarsılan bir halk vardı. Resmen düşmanı misafir etmişti Artun Han.
Salona girdiğimde tıklım tıklım dolu olduğunu gördüm. İçerdeki kişilerin çoğu devlet adamıydı onları tanıyordum. Meclis üyeleri gibiydiler ama direkt Artun Han'a bağlıydı hepsi. Neden toplandıklarını anlamamıştım. Artun Han tahtında yoktu ancak sağ tarafındaki yerde Eray Paşa bütün zarafetiyle oturuyordu. Ben hala etrafı incelerken duyduğum ses ile arkamı döndüm. "Eylem!" heyecanla bana doğru yürüyen Mustafa'yı görünce istemsiz dudaklarımın uçları yukarı kıvrıldı ve ben de ona koşturup adeta çocuğun kucağına atladım. İyiydi, kaşına pansuman yapılmıştı bir sıkıntısı yok gibiydi. Bana o kadar sıkı sarılıyordu ki nefesim kesilmişti. Yine de geri çekilmedim. Sonunda ayrıldığımızda gözleri yüzümde dolaştı ve alnıma bir öpücük kondurdu. "Şükürler olsun iyisin." Gülümsedim içten bir şekilde. "Sen de iyisin." Kafasını salladı.
"Eylem hadi otur boş bulduğun bir yere Artun Han gelecek." Eray Paşa'nın ikazıyla Mustafa'dan ayrıldım. Bir türlü sevemiyordu Mustafa'yı gerçi Mustafa da Eray Paşa'yı sevmiyordu. Boş bulduğum yerlerden birine oturduğumda etrafımdaki adamlardan bazılarının bana tuhaf tuhaf baktığını fark ettim. Buradaki tek kadın bendim sanırım sebebi buydu. Özellikle karşı tarafımda oturan ne işe yaradığını bilmediğim sakallı yaşlı adam o kadar sinir bozucu bakıyordu ki kendimi tutamadım. "Hayırdır dayı çekemedin gözlerini üzerimden?" adam kendi kendine dua benzeri bir şeyler söyleyip önüne döndüğünde ben de sinirle Artun Han'ı beklemeye başladım.
Yanıma oturan Mustafa'yla ona döndüm. "Ne yaptınız, Buğra Şah'ı yakalayabildiniz mi?" hevesli bakışlarım gözlerindeki ifadeyle hayal kırıklığına dönüştü. "Hayır, sabaha kadar iz sürdük ama yoklar. Ülke sınırından çıkmış olmalılar. Artun Han sinirden delirdi." Oh ben de hayatımda ne eksik diyordum. Kızgın boğa Artun hepimize kök söktürecekti. Zaten berbat hissediyordum daha kötüsü olamaz derken daha kötüsü oluyordu. Sanırım Teoman haklıydı şu meşhur şarkısında "Bunlar güzel günlerimiz, daha beter olcak her şey. Dünya zaten yalan dolan, kaderden kaçamaz insan." Ben bilindik şarkının sözlerini hatırlamaya çalışırken kapı açıldı ve öfkeli suratıyla Artun Han içeri girdi. Hiçbirimize bakmadan rüzgar gibi yanımızdan geçip tahtına oturdu. Başka zaman olsa ne havalı diye düşünürdüm ama şuan ciddi anlamda tırsıyordum. Tahtına oturduğunda kararlı bakışları hiçbirimizin üzerinde değildi. Direkt kapıya bakarken parmakları tahtın kolunda ritmik şekilde hareket ediyordu. Bir şeyler düşünüyor dedi içimdeki Sherlock Eylem.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aynanın Diğer Tarafındakiler
Historical FictionÜniversite öğrencisi Eylem; bol bol gezmeyi, kahkahalarla gülmeyi ve kelebekleri fazlasıyla severken, kitaplardan, yalnızlıktan ve ciddi olan her konudan nefret ederdi. Tarih bölümü öğrencisi olan erkek arkadaşının ısrarıyla bir 17.yüzyıl hükümdarın...