"Luna."

8.4K 822 68
                                    


Gördüğüm rüyanın etkisiyle yattığım yerden fırladım. Çok fazla kabus gören biri değildim ama dün gece rüyalarımda mekan mekan gezmiştim İçeriklerini çok hatırlamasam da huzurlu bir uyku uyumadığım belliydi. Pencereden dışarı baktığımda havanın yine yağmurlu olduğunu gördüm. Geldiğimden beri yağan kaçıncı yağmurdu bu sayamamıştım bile. Yıllar geçtikçe iklimde de ufak değişiklikler olmuş olmalıydı çünkü yaşadığım zamanda bu kadar yağmur yağmazdı. Küresel ısınma falan filanla ilgili bir şeyler olmalıydı. 

Hala tam olarak uyanamadığım için gözlerimi ovuştururken esnedim. Günlerdir doğru düzgün uyumuyordum zaten. Tam biraz daha yatmak için yorganı üzerime çekecekken kapının önünden bir miyavlama sesi duydum. Bir an yanlış mı duydum diye düşünürken tekrar miyavlama sesi gelince heyecanla yerimden kalktım. Kediler benim dünyada en sevdiğim canlılar olabilirdi. 

Kocaman gülümseyerek kapıyı açtığımdı siyah beyaz minicik bir kediyle karşılaşmıştım. "Ayy ne tatlı şeysin sen!" Hemen eğilip okşamaya başladım o anda birinin beni izlediğini fark edip başımı kaldırdığımda tanımadığım suratla refleks olarak küçük bir çığlık kaçt ağzımdan.

 Benim bağırmamdan korkmuş olacak ki kız da çok sesli olmayacak bir şekilde bağırdı. Kızın mavi gözlerine bir süre baktıktan sonra aniden kim olduğunu hatırladım. "Aaa sen Mustafa'nın nişanlısı Rukiye'sin değil mi?" Kız ürkek bir şekilde başını salladı. "Dışarda yağmur yağıyor diye aldım kediyi içeri. Korkmazsın değil mi?" Kediden değil senden korktum demek gelse de içimden dilimi ısırıp sustum. "Hayır hayır, kedileri çok severim. Bu arada ben Ey-" Tam Eylem demek üzereyken aklıma Hakkı Dedenin beni başka bir isimle tanıttığı geldi. "Şey Zeynep ben." Sadece başını sallayıp gözlerini kediye indirdi.

Üzerinde mor bir şalvar kahverengi bir hırka vardı. Hırkaya sıkı sıkı sarıldığından üşümüş olduğu anlaşılıyordu. Beyaz baş örtüsünden çıkmış sarı saçları, masmavi gözleri, biçimli dudaklarıyla çok güzel bir genç kızdı. İçerdeki garip sessizlik uzayınca konuşmam gerektiğini anladım. "Otursana beraber kahvaltı yapalım?" Anlamaz gözlerle bana baktı "Ne yapalım?" kahvaltı kelimesini kullanmadıklarını sürekli unutuyordum. 

"Şey sabah yemeğini yiyelim mi beraber?" Heyecanla başını iki yana salladı "Ha yok sağol sen ye. Bana babam dedi Hakkı Dedelere bir kız gelmiş yalnız git bak ihtiyacı var mıymış bir şeye dedi ondan geldim ben." Heyecanla konuşması karşısında gülümsedim. Beni merak ediyor olmalıydı sonuçta nişanlısıyla beraber yaşıyordum. 

"Teşekkür ederim Rukiye hiçbir şeye ihtiyacım yok ama bana arkadaş olursan çok mutlu olurum, sıkılıyorum burada." Sevinçle başını salladı "Olurum tabii, benim de çok arkadaşım yok." O an çok küçük gözüktüğünü fark ettim konuşmaları da çocuksuydu. "Kaç yaşındasın sen?" 

"On altı." cevabıyla şok olmuştum "NE?" gereksiz yüksek çıkan sesimle o da şaşırmışa benziyordu? "Sen kaç yaşındasın ki?" Karşımdaki resmen küçücük çocuktu ve nişanlıydı. "Ablacım boş ver beni sen daha çocuksun ne nişanı ne evlenmesi." On altı yaşında bir kızın hangi yılda olursa olsun evlenmesi bana mantıklı gelmiyordu sonuçta bedeni çocuktu ne fark ederdi ki dört yüz yıl önce veya sonra? 

"Küçük değilim ki ablam 14 yaşında evlendi. Hem evlenmeyip ne yapacakmışım?" Ne mi yapacaktı? Ben on altı yaşındayken ne yapıyordum? Okuldan sonra arkadaşlarımla kafelere gider üniversiteli çocuklarla takılırdım, evet iğrenç. Hafta sonları saçma sapan partiler yapardık, ne bileyim eğlenirdim. Sınav haftaları ders çalışırdım sadece. Bazen annem ve babamla kavga ederdim. Ergenliğimde her gün evden kaçma hayali kurardım. Bir ara gitar kursuna gitmiş ondan da sıkılmıştım. Bir sürü boş dizi izler arkadaşlarımla dedikodu yapardım. Konserlere gider eve geç kalınca ceza yerdim. Ergendim işte gençtim, çocuktum hiçbir şey yapmazdım ki. 

Evlenmeyi bırakın ciddi bir ilişki bile düşünecek yaşta değildim Ama bu minicik dünyalar güzeli kız karşımda evlenmekten bahsediyordu. O anda Mustafa'nın da yaşını bilmediğimi fark ettim benim yaşlarımda gözüküyordu ama kim bilir belki o da küçüktü. Karşımdaki kızın yaş mevzusundan rahatsız olduğunu fark edince başka şeylerden konuşmaya karar verdim. "Ee Mustafa'yı seviyor musunuz, anlaşabiliyor musunuz? Bu arada abla diyebilirsin bana." Mustafa dediğim an yanakları al al olmuştu.

"Çok görmedim Mustafa'yı ilk kez nişan olduğunda gördüm sonra bir kere bohça bırakmaya geldiler sonra geçen yolda gördüm bir de." Başıma ağrılar giriyordu gerçekten cinnet geçirecektim. İnsanlar eskiden böyle yaşıyor olamazdı. Hadi Mustafa iyi çocuktu kabul ama ya öyle olmasaydı? Hiç tanımadığı bir herifle mi evlendireceklerdi bu güzelim kızı. Mustafa'yı ben bile ondan iyi biliyordum bu nasıl bir saçmalıktı? 

Duygularımı kendime saklayıp gülümsedim "Ee, Rukiye neler yapıyorsun boş zamanlarında, buralarda neler yapılır bilmiyorum pek?" Bir süre düşündükten sonra anlatmaya başladı. "Abla sabahları tarlaya gideriz abilerimle, akşam gelince yemek yaparım, temizlik yaparım, kardeşime bakarım bazen de sonra da uyuruz. Bir de eskiden resim yapıyordum ama ona hoca günah dedikten sonra annem izin vermedi ben de dikiş nakış yapıyorum şimdi." 

Geldiğimden beri hissetmediğim bir kalp kırıklığı yerleşti ruhuma o an. Karşımdaki genç kızı kendi zamanımda hayal ettim. Sarı saçları, mavi gözleri, manken gibi fiziğiyle lisenin popüler kızı. Görsel sanatlar kulübünde harika resimler yapıyor bir yandan da doyasıya gençliğini yaşıyor. Keşke böyle olsaydı. 2020 yılında herkes harika mı yaşıyordu, tabii ki hayır. Ama bu fazlaydı işte çok fazlaydı. Keşke onu da yanımda götürebilseydim. Başlangıçta bu kıza gıcık olduğum için kendimden nefret ettim. Masum, her şeyden habersiz bir çocuktu. Ardından Mustafa'ya da çok sinirlendim ve kendisiyle bu konuyu konuşmayı kafama not ettim. 

Biz muhabbet etmeye devam ederken miyavlayarak yanıma gelen kedinin unuttuğum varlığını tekrar hatırladım. "Annem aç mı karnın senin, gel bakalım kucağıma." Hala miyavlayan minik kediye biraz yoğurt verdikten sonra Rukiye'ye döndüm gülen suratıyla kediyi izliyordu. "Ne koysak bu kediciğin adını?" 

"Bilmem abla sen koy sizin bahçede buldum." Bir süre siyah beyaz kediye baktım."Luna koyalım mı adını minik şey?" Yemeğini yiyen kedi çoktan bir mindere geçmiş uyuklamaya başlamıştı. "Luna ne demek?" 

Luna benim en sevdiğim şey demekti. "Ay demek gökyüzünde var ya hani ay." Cevabıma gülümsedi. "Burada gökyüzüne çok bakmak yasak biliyor musun?" dediği şeyle kaşlarımı çattım. "Nedenmiş o?" Omuz silkti "Bilmem ki, Artun Emir Han yasakladı. Bir adam gökyüzüne bakıp fal bakıyormuş, gelecekten haber veriyormuş. Öyle şeylere çok kızar hükümdarımız. Fal bakanı, büyü yapanı hemen astırır. Gerçi her şeye kızar Artun Han. Allah başımızdan ayırmasın o geldiğinden beri huzur var ülkemizde ama yine de her şeyi yasakladığı için bazen üzülüyorum." Dedikleri şeylere çok şaşırmıştım. Adam bildiğin burç yorumlayanı bile asıyordu. Gelecekten geldiğimi söylediğim an ölüm fermanımı imzalamış olurdum. Ne şekilde bu kral bozuntusuyla iletişim kuracaktım, ne şekilde kelebek konağını soracaktım hiçbir fikrim yoktu.

Rukiye ile saatlerce sohbet ettik ona kendi yaşamımdan parçaları abartmadan anlatmaya çalışıyordum ama yine de her dediğim şeye şok oluyordu ve hayatıma imreniyordu. Şarkı söylemeyi sevdiğimi duyunca ısrar etmişti ben de ona birkaç şarkı söylemiştim. Bir süre sonra tekrar geleceğine söz vererek evden ayrıldı. Ben de düşüncelerimle yine baş başa kaldım. Bir yandan da nasıl Artun Emir Han'la tanışacağımı düşünüyordum ve aklıma hiçbir fikir gelmiyordu.

Selaaam, kitabı okuyan varsa lütfen yorum yapabilir mi? Kendi kendime yazıyormuşum gibi hissediyorum :D

Aynanın Diğer TarafındakilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin