İki gün boyunca Eray Paşa'ya denk gelmeye çalışmıştım ama adam sarayı mı terk etmişti yoksa aşkımdan yataklara mı düşmüştü anlayamadığım bir şekilde ortalıkta gözükmüyordu. Dolayısıyla özür de dileyememiştim. Mustafa hala arada bana trip atarken, Rukiye ve Alp Han'sa asla anlaşamıyorlardı. Anlaşamamak az gelir hatta. Rukiye Alp Han'ın delirdiğini düşünürken Alp Han da Rukiye'nin masallarda yaşayan bir ahmak olduğunu her fırsatta belirtiyordu. Kendimi bir kreşin düzenini sağlamak zorunda kalan zavallı öğretmenlere benzetiyordum. Her şey çok saçmaydı.
Ben ne yapıyordum, Allah aşkına ben ne yapıyordum? Yatağıma yatmış yarım saattir kendimi sorguluyordum yaptığım hiçbir şeyin mantığı yoktu. Bir an önce aklımı başıma alıp buradan defolmam gerekirken neden oturmuş evcilik oynuyordum? Bana neydi Mustafa'dan, Alp Han'dan, Rukiye'den, Eray Paşa'dan ne yapıyordum ben böyle? Hiçbir şeyi değiştirmemeli kimsenin hayatında kalıcı bir yer edinmemeli daha fazla can sıkmadan bir an önce buradan ayrılmalıydım. Sanırım artık Artun Emir Han'a Kelebek Konağı meselesini açmanın tam zamanıydı.
Yavaşça kalkıp üzerime kırmızı bir elbise giydim tüm ciddiyetimle karşısına geçecektim hükümdarın. Açık açık diyecektim eh tabii ki gelecekten geldim diyecek halim yoktu ama daha makul bir şekilde Kelebek Konağı fikrini ona açacaktım. Genelde çalışmayı tercih ettiği büyük salona Gölge1 ve Gölge2 eşliğinde gidip derin bir nefes aldım ve kapıyı çaldım. Olumlu yanıt aldığımda gergince içeri girdim.
Artun Han, Yaver, Hasan Paşa ve tanımadığım birkaç kişi daha vardı. Eray Paşayı görememek şaşırtmıştı ama üzerinde durmadım onun olmaması daha iyiydi. Bir masa etrafına oturmuş konuşuyorlardı. "Eylem sen hep en olmayacak zamanlarda beni rahatsız etmeyi görev mi edindin?" yine harika bir giriş. "Özür dilerim hünkarım eğer müsait değilseniz sonra konuşalım." Şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı "Sen özür dileyip doğru düzgün mü konuştun bana mı öyle geldi?" eh bugün saçmalamak yoktu. "Neyse tamam otur şöyle birazdan biter işimiz. Eylem'in yanında konuşabilirsiniz sıkıntı yok" Yanındakiler onaylayınca konuşmaya devam ettiler. Hayret bugün bana güvenesi gelmişti tiktokçu hükümdarın.
"Hünkarım bu hastalık Avrupada hızla yayılıyor ancak endişelenmeyin kırsal kesime ulaşamadı henüz." Şaşkınlıkla haddinden fazla yüksek bir sesle adeta bağırdım "Ne hastalığı ya?" bir salgından kurtulup başka bir salgının ortasına düşmüş olamazdım. O an 17.yüzyuldaki veba salgınını hatırlayıp yüzümü ekşittim. Şansımı seveyim bir kara ölümün pençesine düşmediğim kalmıştı. Acaba ilkokulda veba aşısı olmuş muyduk? Ya da veba aşısı diye bir şey var mıydı? Kimse beni takmayınca oflayarak arkama yaslandım.
Bir süre daha veba hakkında konuştular ardından içerdekiler yavaş yavaş çıkmaya başladı ta ki sadece Hasan Paşa kalana kadar. "Hünkarım affınıza sığınarak soruyorum Leydi Elenaor meselesini tekrar düşündünüz mü?" duyduğum isimle hemen kulak kabarttım işte hastalıktan daha ilginç bir konu! Artun Emir Han'ın gerilmiş omuzlarını görebiliyordum. "Hayır Hasan Paşa düşünmedim ve düşünmeyeceğim. Kapat artık şu konuyu." Hasan Paşa bir süre sustu ama konuyu kapatmaya niyeti yok gibiydi anlaşılan. "Hünkarım Fransa bizim için çok önemli bir müttefik hele ki bu kadar düşmanınız varken. Ayrıca...ayrıca."
"Ne ayrıca? Korkma devam et." Ortam inanılmaz gerilmişti ama konu da sarmıştı kalkıp gidemiyordum! "İnsanlar konuşuyor hünkarım. Dedikodular aldı başını gidiyor. yirmi iki yaşında genç bir hükümdarın neden kendine hala bir eş seçmediği ya da neden haremdeki kadınların hiçbirisinin ilgisini çekmediğini soruyor insanlar."
Ee yuh böyle de denmezdi ki hem yirmi iki yaş geç miymiş ne hadsizdi şu insanlar! "Ne yapmamı bekliyorsun Hasan Paşa? Babamın yaptığını mı yapayım? Ülkemi güçlendirmek için saçma sapan evlilikler mi yapayım? İnsanlar konuşur konuşur susar. Ben evlenmeyeceğim." Heyt be işte benim yansımam! Biz evlenmeyeceğiz avucunu yalasın Fransız leydisi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aynanın Diğer Tarafındakiler
Historical FictionÜniversite öğrencisi Eylem; bol bol gezmeyi, kahkahalarla gülmeyi ve kelebekleri fazlasıyla severken, kitaplardan, yalnızlıktan ve ciddi olan her konudan nefret ederdi. Tarih bölümü öğrencisi olan erkek arkadaşının ısrarıyla bir 17.yüzyıl hükümdarın...