İyi okumalar, yorumlarınızı bekliyorum :)
Kara delikler; yıllardır tam olarak çözümlenemeyen büyülü kozmik cisimler. Evrenin en korkunç varlığı bana göre. Biraz komik ama bazı geceler ya dünyamıza bir kara delik yaklaşırsa diye düşünür uyuyamam. Işık yaymazlar, hacimleri yoktur hatta kara deliğin içinde zaman da yoktur. Tabii bir kara deliğin içine girmeniz mümkün değil. En azından canlı olarak.
Dünya kısmen galaksinin güvenli bir köşesinde, bize en yakın karadelik 1500 ışık yılı uzaklıkta yine de bir kara delik tarafından yutulmamız imkansız bir olay değil. İşin kötüsü ne biliyor musunuz? Eğer bir kara delik Dünya'ya yaklaşacak olursa biz onu haftalar önce fark edeceğiz ama hiçbir şey yapamayacağız çaresizce ölümü bekleyeceğiz. Korkunç fırtınalar, daha önce görülmemiş büyüklükte depremler, tsunamiler olacak, üzerimize meteorlar yağacak. İnsanlığın büyük bir kısmı daha kara delik bizi yutmadan ölecek yani. Diğer şanssız kısımsa korkuyla ecelini bekleyecek. Güzel bir kıyamet teorisi.
Çaresizlik, sanki Dünyayı bir karadelik yutacakmışçasına bir çaresizlik büyüyordu içimde. Artun Han'ın ruh hali beni de boğuyordu. Aklıma buraya ilk geldiğim günler tanıştığım falcı gelmişti aniden. Gerçekten de başıma gelecek felaketlerden haberdar mıydı? Çok acı çekeceksin demişti bana. Nasıl kurtulacaktım olacaklardan? Bir kara delik üzerinize geliyorsa ölüm kaçınılmazdı.
Hava kapalıydı, çatıya vuran yağmur damlalarının sesini dinlerken başımı koltuğun kenarına dayamış bacaklarımı kendime çekip sarılmış bir şekilde oturuyordum. Açık pencereden gelen ıslak toprak kokusu sonbaharın adım adım yaklaştığının göstergesiydi. Eylülün sonunda olmalıydık. Şiddetli yağmur bana buraya ilk düştüğüm günü anımsatmıştı. Yağmurlu bir mart günüydü. Yıllar gibi geçen yedi ay önce kendimi hiç bilmediğim bir yerde, hiç bilmediğim bir yılda bulmuştum. İlk başlarda buradan gideceğim diye tutturup kendimce dönüş yolları aramış sonrasında yansımamı bulmuş, sevmiş, sevilmiş ve geri dönme işini aksıya almıştım. Yaptıklarım akıl karı değildi. Biri bana çok değil bir yıl önce anlatsaydı bunları kahkaha atar ben mi yapmışım bu saçmalıkları derdim ama yaşamadan anlaşılmıyordu işte. Annemin hep söylediği bir söz vardır "Sınanmadığın günahın masumu değilsin." Mevlana, Farabi falan o tarz biri söylemişti sanırım bu sözü. Düşündükçe daha da anlamlı geliyordu.
"Ne düşünüyorsun?" o kadar dalmıştım ki gelen sesle aniden irkildim. Alfonso ağır adımlarla bana ilerleyip karşımdaki koltuğa oturdu. Gergin gözüküyordu. "Gitmem lazım. Lütfen bırak beni gideyim artık." Ezberlediğim o alaycı gülümsemesiyle tekrar baktı yüzüme. "Gidemezsin diyorum Chica Divertida neden anlamıyorsun?" Öfkeyle gözlerimi devirdim. "Bana şöyle seslenmeyi kes! Adım Eylem." Çok eğlenceli bir şey söylemişim gibi kahkaha attı. "Çok komiksin ama ne yapabilirim? Neyse neden bu kadar gitmek istiyorsun anlamıyorum. Bana yoldaşlık etmek bu kadar mı kötü?" oyuncu bir tavırla üzülmüş gibi dudaklarını büzdü. Hala işin şakasındaydı.
"Artun Han'ın kardeşi öldü ve ben onun yanında değilim. Canı ne kadar yanıyor hissediyorum. İçim daralıyor ama ona yardım edemiyorum. Bu ne kadar korkunç bir his biliyor musun?" bakışlarını gözlerimden çekip yere dikti. "Ölen kızı sever miydin?" boğazımdan bir hıçkırıp koptuğunda gözlerimin dolduğunu yeni fark etmiştim. Neden ağladığımı bile bilmiyordum. "Sevmiyordum. Umurumda bile değildi. Ama Artun Han'ı seviyorum ve o üzülüyor anlıyor musun? Ayrıca gencecik kız. Neden öldü, nasıl öldü? Kalbim ağrıyor!" cümlemin sonuna doğru sesim iyice kısılmıştı. Alfonso konuşmadan önce derin bir nefes aldı.
"Omnia mors aequat." Ne dediğini anlamamış gibi gözümü ona diktim. "Ölüm her şeyi eşit kılar anlamına gelir. Çok fazla ölüm gördüm. Artun Han da çok fazla ölüm gördü. Sevdiğimiz sevmediğimiz bir sürü insan öldü, şuan hepsi eşit. Ruhlarının huzur içinde olmasını dilemekten başka bir şey gelmez elimizden. Kendini harap etme. Artun Han zannettiğinden daha iyi durumda emin olabilirsin." Derin bir nefes alıp gözlerimi sildim. Bir bakıma haklıydı. Artun Han çok ölüm görmüş çok yıkım yaşamıştı. Ayrıca yanında Eray Paşa da vardı. Canpare'ye gelince...Kendini öldürdüğünü biliyordum. Başka bir şey olamazdı dayanamamıştı, kaldıramamıştı. Güçlü birisi hiçbir zaman olmamıştı. Üzülmem onu geri getirmeyecekti. "Omnia mors aequat." Kurduğum cümleye gülümsedi Alfonso. "Çabuk öğreniyorsun." Omuz silktim. "Çabuk öğrenirim." Yüzüme bu sefer sahici bir gülümsemeyle baktı ancak hemen kendini toparladı ve gözlerini kaçırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aynanın Diğer Tarafındakiler
Historical FictionÜniversite öğrencisi Eylem; bol bol gezmeyi, kahkahalarla gülmeyi ve kelebekleri fazlasıyla severken, kitaplardan, yalnızlıktan ve ciddi olan her konudan nefret ederdi. Tarih bölümü öğrencisi olan erkek arkadaşının ısrarıyla bir 17.yüzyıl hükümdarın...