2. Bölüm - Günümüz / Burning Spirit

3.7K 356 60
                                    

Kılıcımı artık cansız bir şekilde yerde yatan impin karnından çekerken, gözlerim etraftaki karmaşaya kaydı. 

Beklediğimiz ölümsüz ordusu bu kadar az olamazdı. 

Arkamda hissettiğim harekete doğru dönüp, bana yönelmiş darbeden eğilerek kurtulurken, aklımda hala bu işin bu kadar kolay olmasının imkânsız olduğu düşüncesi vardı.

Karşımda ki devasa Ogre, hırs ve öfkeyle elindeki koca savaş baltasını savurmaya devam ediyordu. 

Bir açığını bulup, savunmamı saldırıya dönüştürmeden önce darbelerini dikkatlice geri geri giderek savuşturuyordum.

Bu öfke ile bir açık vermemesi mümkün değildi ve koca oğlan çoktan yorulmaya başlamış gibiydi. 

Son darbesinden sonra bir anlık duraksamasını fırsat bilerek saldırdım.

"Mümkün olduğunca az çaba sarf edip daha uzun süre saha da kalman gerek."

Hızla ileri doğru hareketlenip kılıcımı karnına indirdim. Hırlayarak tekrar savurduğu baltasını eğilerek savuştururken, karnında ki kılıcımı çekip bu kez göğsünde derin bir kesik açtım. Canı yandıkça, öleceğini anlıyor ve bu da daha çok sinirlenip, kontrolünü kaybetmesine sebep oluyordu.

Elimde ki kılıçlar yüzünden  artık sırtımda bir hedef tahtasıyla geziyor ve bir tuhaflık olduğunu anlayan her ölümsüzün dikkatini çekiyordum.

Göz ucuyla da olsa hızla bize doğru gelen bir diğer ogreyi görebilmiştim... 

Oyalanmayıp hızlanmalıydım...

İndirdiği son darbeden kaçmak için kendimi kontrollü bir şekilde yana doğru attım, ardındansa sırıtarak baltasının az önce bulunduğum yere saplandığını gördüm. Ve o daha afallayarak baltasını çıkarmaya çalışırken, kılıcımı vakit kaybetmeden boynuna sapladım.

Dizlerinin üstünde yere çökerken, o an benimkileri bulan tuhaf gözlerinde rahatlıkla görebildiğim şaşkınlık ve yenilgiyi umursamadım. Dizlerinin üstünde olmasının bana beklenmedik bir saldırı yapabileceğim kadar yükseklik sağladığını düşünürken ise bakışlarım artık aramızda birkaç adım kalmış diğer Ogre'ye kaydı ve düşünmeyi bırakıp harekete geçtim.

Can çekişen ogreyi bir basamak gibi kullanıp, ne yaptığımı anlayamadığı için bana şaşkınlıkla bakan diğer ogreye doğru attım kendimi. Üstüne doğru savrulurken, beklemediği atağımı fırsat bilip kılıcımı karnına geçirdim ve onunla birlikte yere savrulurdum. 

Hemen ayağa kalkıp toparlanmam gerektiğinin farkındaydım. Kılıcımı karnından çekerek doğrulduğumda etrafıma dikkatli bir bakış daha attım.

Ölümsüzlere karşı bariz bir üstünlüğümüz var gibi görünüyordu ama bir şeylerin yanlış olduğu hissinden de bir türlü kurtulamıyordum.

Bana daha çok birileri tarafından oyalanıyormuşuz gibi geliyordu. Sanki bu şekilde zaman kazanmaya çalışılırken, tüm içgüdülerim "dikkat et!" diye bas bas bağırıyordu. 

Kılıçlarımı çapraz bir şekilde sırtımdaki kınlarına geçirirken başıboş duran bir atın üstüne atladım.

Amacım bir yükselti bulup bu lanet olası şeylerin bu kadar olduğundan emin olmaktı. Bunun içinse etrafı geniş bir açıdan görmeliydim. Kargaşayı geçip atı hemen ileride ki tepeye doğru sürerken çok geçmemişti ki, haklı olduğumu daha görmeden anladım.

Son sürat gitmeme rağmen bile yerdeki titreşimleri hissedebiliyordum. İstediğim kadar yüksek bir alana ulaştığımda ise nefesim kesildi.

Bizim karşılaştığımız ve pek çoğumuzun daha şimdiden zafer sarhoşu olmasına sebep olan birlik, gerçekte bizi bekleyenin yanında bir hiçti.

İçimden bizi bu duruma düşüren diğer ölümsüzlere sayıp söverken, gözlerim kaygıyla hızla yaklaşmakta olan ve ucu bucağı görünmeyen ordunun üzerinden geçti.

Ogreler, devler, impler...

Bu sondu, hepimizin sonu...

Kafamı arkama doğru çevirip, artık benden birkaç yüz metre uzakta kalmış olan ve kargaşanın neredeyse çoktan bittiği düşünen askerlere, arkadaşlarıma, yani aileme baktım.

O kadar mesafeden bile Helen ve Calista'nın bakışlarını üstümde hissedebiliyordum.

Kafamı umutsuzca sağa sola salladım.

Yaptığım ufak hareketi ve bakışlarımdaki yenilgiyi bu kadar mesafeden fark edebilmişler miydi? Emin değildim.

Atımdan inip kederli bir gülümsemeyle yelesini okşadım ve kulağına, "Git buradan." diye fısıldadığım an, sanki yaklaşan tehlikenin farkındaymış gibi son sürat ileride ki ağaçlık alana doğru koşmaya başladı.

Uzaklaşmasını izlerken, arkasından bakıp bir yara almadan kurtulmasını umuyordum.

Geri dönmem ve arkadaşlarıma katılmam için çok geçti...

Neticede hiç birimizin canlı çıkamayacağını düşündüm. Onlardan birkaç dakika önce ölsem ne fark ederdi?

Birkaç adım geri gidip gelen orduyu karşılamak için doğruldum ve sırtımda ki kılıçları çektim. Kafamı gökyüzüne doğru kaldırdığımda, yukarıda uçuşan kuzgunları görebiliyordum.

Yüzümde bir gülümsemeyle, "Seni seviyorum" diye fısıldarken, gözümden dökülen bir damla yaşın hızla yanağımdan akarak boynuma düştüğünü hissettim.

Gözlerimi kısacık bir an kapatarak düşüncelerimi toplamaya çalıştım.

Evet, ölecektim ama giderken en azından bu piçlerden bir kaçını da kendimle birlikte götürecektim.

Kararlı bir ifadeyle gözlerimi tekrar açtığımda, arkamdan birilerinin bağırarak sürekli bana seslendiklerini duyabiliyordum. Ancak dönüp bakacak vaktim yoktu.

Gelen yeni ordu çoktan karşımda, tepenin üstünde belirmeye başlamıştı bile. 

Devlerden, ogrelerden ve implerden oluşan kalabalığa kısık gözlerle bakıp pozisyon aldım.

Beni bulan gözlerindeki küçümseme ve alaycılığı görebiliyordum.

Bakışlarına tıpkı bir deli gibi sırıtarak karşılık verdim.

Çok kısa bir an tepkime şaşırsalar da kendilerini çabucak toparlayıp hızla bana doğru gelmeye başladılar.

Birkaç dakikaya kalmadan ölecektim...

Lütfen aklınıza takılan bir şey olduğunda yorumlarda benimle paylaşın, cevap vermekten mutluluk duyarım.

Olumsuz her eleştirinizle kendimi ve kitabımı geliştirmemi sağlarken, her olumlu düşüncenizle günümü aydınlatırsınız.

Kendinize çok iyi bakın, görüşmek üzere...

ALEX +18 (Avesta Serisi 2. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin