Saatlerce dikilmişti belki odanın bir köşesinde. Yüzünde çok basit bir şaşkınlık ifadesi vardı. Nefesi ağırdı ve yerdeki kırık cam parçalarının arkasında kalan resme bakarken başı öne eğikti. Diz çöktü derin derin nefes almaya devam ederken. Titreyen parmakları, resmi çekip alırken, kırık camlar ellerini kana buladı. Fotoğrafa kan bulaştı.
Kesilen parmaklarını umursamadı, farketmedi bile, sadece hipnotize olmuş gibi fotoğraftaki kadına ve kucağındaki, kendi olduğuna emin olduğu bebeğe bakıyordu.
Beyni tekrar çalışmaya başladığında, zihni öylesine doluydu ki. Büyük bir yalanın ortasında olduğunu bağırıyordu. Yalanın kendisi olması işleri ne kadar kolaylaştırırdı?
Nefesi hızlandığında, kaşları çoktan çatılmış bir şekilde fotoğrafa bakmaya devam ediyordu. Bakışını kaldırdığında, fotoğrafı tutan eli şiddetle titredi. Köşede duran çiçeklere kaydı gözü, aslında saniyelerden ibaret olan bir ömür baktı onlara.
Fotoğrafı elinde sıkıca sıkarken, koştu. İçinde yüz yıllık çiçekler, kullanılmamış bir battaniye, eski bir beşik, ve kırılmış içi boş bir çerçeveden başka hiç bir şey olmayan odadan kaçarcasına kaçtı. Odaların olduğu koridoru terk ederken, arkasını dönüp bakmadı bile.
Geniş merdivenlerin başında durdu. Kusacak gibi hissediyordu. Düşmemek için trabzana tutundu. Geniş gösterişli merdivenlere baktı, nefes almaya çalışırken. Arkasını döndü, koridorların birleştiği geniş, karanlık hole baktı. Oradaki seherbazları görüyordu... Her yerdeydiler...
Trabzana daha da sıkı tutunurken merdivenlere döndü.. İşte Dumbledore oradaydı... kucağındaki küçük kızla seherbazların arasından geçiyordu...
Nefret ettiği bir fotoğrafın içinde sıkıştığını hissetti. Hayatı boyunca köşe bucak kaçtığı fotoğrafın çekildiği yerin tam kalbinde olduğunu zihninde yankılanırken, koşarak bu lanetli yeri terketmek istedi.
Donuyormuş gibi titrerken üzerindeki cübbeye sıkıca sarıldı. Elindeki kanı silmeye çalıştığında, camlar daha da sızladı derisinde. Öyle düşecek gibi hissediyordu ki, çömelip oturmayı düşündü. Ama bunu yapmadı.
Beklemeden koşarak indi merdivenlerden. Arkasında bıraktığı küçük kız çocuğunun ruhuysa oturdu kaldı merdivenlerin başında. Düştü, saatlerce ağladı...
Yanağından süzülen göz yaşı düşerken elinden akan kana karıştı. Halı bir kez daha kana bulandı, yüz yıllar sonra...
Malikaneden çıkmak için o kadar acele ediyordu ve o kadar hızlı koşmaya çalışıyordu ki ayağı çimlere değdiği an düştü. Derin derin nefes alırken titreyen elini deli gibi atan kalbine götürdü.
Nasıl yaptığını bilmiyorum ama hemen sonra hiç düşmemiş gibi ayağa kalktı, önce asasına ve elindeki kan bulanmış resme baktı, ya da titreyen ellerine, emin olamıyorum... resmi öfkeyle cübbesine sıkıştırdıktan hemen sonra titreyen elini ilerideki ormana doğru kaldırdı.
O kadar basitti ki, elini hiç hareket ettirmemiş gibi gözüktü. Titreme durdu, ateş ormanın en dibine korku dolu dalgalarla düştü. Ağaçların alev aldığını gördü, alevler hızla yayılırken düşen alev topunun sesi hâlâ yankılanıyordu sessizlikte. Eli hâlâ havadaydı, titremesi dışarı vurduğu güçle durmuş gibi gözüksede, hâlâ her an yere düşüp bayılacak kadar soluk duruyordu. Yüzünde en ufak bir değişiklik yaşanmadı. Dedikleri gibi, ne kadar basit, ne kadar asil...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gri Prenses (Grindelwald'un Kızı)
FanfictionGrindelwald'un kızı, Dumbledore'un büyüttüğü ve her şeyden çok sevdiği bir kız. Tek arkadaşı Tom Riddle'a aşık olan bir kız. Karanlığın prensesi olarak doğup aydınlığın prensesi olarak büyüyen bir kız. Tarafları karıştıran bir prenses. Sonunda hangi...