"41"

787 54 16
                                    

Düzenlenmiştir ❤️

Öfkeli bir kadındım ben. Oldum olası suratsız, ortam bozan, bazılarına göre de sıkıcı. Ancak rahatlıkla söyleyebilirim ki tüm öfkeli insanlarda olduğu gibi benim de içimde muhasebesini yapamadığım bir hesaplaşma söz konusuydu. Öfke derinlerinde mutlaka hüzün barındırıyordu. Aslında öfkeli de değildim sadece mutsuzdum. Sevgisiz büyümüştüm. Beni hayatım boyunca görmediğim kadar şefkate boğan ve ilk kez gerçekten sevildiğimi hissettiren adama aşık olmam hiç zor olmamıştı bu yüzden.

Aşık olmuş, teslim olmuş, onun olmuş, onun da benim olduğuna inanmıştım. İlk kez insanların çıkarsız, beklentisiz, sadece sevebileceklerine inanmıştım. Biri sizi çok derinden yaraladığında ona olan asıl kırgınlığınız inancınızı yok edişi oluyormuş. Yaptıklarını bir gün unutacak olsanız bile inanmış ama aldanmış olmanızı bir türlü aşamıyormuşsunuz.

Bir hafta geçmişti ayrılığın üstünden. Beni bırakma diye ağlayan adam bugün bavul hazırlıyordu çünkü biricik yeni sevgilisiyle Londra'ya yerleşeceklerdi. Buse görüntüleri vermiş, Ozan'ı yaralayanın Onur olmadığı anlaşılmıştı. Polis yapanın peşine düştüğü için babam tutuşmuş hiç sesini çıkarmıyordu. Ozan taburcu olmuştu, bildiğim kadarıyla da ifadesinde yapanın kim olduğunu bilmediğini söylemişti. Onur'un aleyhine ifade vermediğine göre ağzını kapatan kişi sağlam bir teklif sunmuştu.

Kısacası her şeyin sonunda Buse kazanmıştı. İstediği oluyordu. Elim kolum bağlı oturuyordum. Sadece acımı yaşıyordum. Onur durumdan gayet memnundu. O taşındıktan sonra eşyalarımı alabileceğimi, evin Onur'a ait eşyalarla birlikte satılacağını söylemişti Mete. Yani yanında hiçbir şey götürmüyordu.

Yutkunup kupkuru boğazımı biraz yumuşatmaya çalıştım. Kendime sürekli ne bekliyordun diye sormak canımı iyice yakıyordu. Çünkü öyle çok şey beklemiştim ki şimdi acizliğime sadece gülüyordum. Nasıl bu kadar aptal olabilmiştim? Nasıl inanabilmiştim ona? Söylediği sözlerin samimiyetine nasıl kanabilmiştim? Nasıl, nasıl? Nasıl... Neyse.

Derin bir nefes aldım. "Senin yüzünden bu haldeyken bile senin özleminden ölüyorum Allah'ın cezası..." dedim kendi kendime mırıldanarak. Her seferinde ağlayarak incelediğim fotoğrafı kaçıncı kez baktığımı bilmeyerek tekrar açtım.

Her şey tamamdı. Ben aptaldım. Hiç gerçekten sevilmediğim için sahtesini gerçeğini ayırt edemeyecek kadar aptaldım hatta malın önce gideniydim ben, kabulüm. Ama... Nasıl bu kadar sahiciydi her şey? Nasıl böyle bakıyordu bana? Seviyor gibi? İlgiyle, aşkla... Nasıl bu kadar gerçekçiydi? Gözlerim yeniden dolarken içimden bir küfür savurdum ve öfkeyle sildim gözyaşımı.

Zehra okulda olduğu için evde yalnızdım. Birinin dizine yatıp bağıra bağıra ağlamaya öyle ihtiyacım vardı ki... Yine de kendi kendime toparlanıp ayağa kalktım ve mutfağa giderek kendime biraz tereyağı ve bal hazırladım. Ekmeğime sürüp odaya döndüm ve ekmeği isteksizce ısırdım. Son günlerde kazık dışında yediğim tek şey buydu çünkü iştahsızdım ve tatlı bir şey yediğimde kan şekerim dengeleniyordu.

Umut ve Mete ara ara beni arayıp soruyordu. Umut iki kez ziyarete de gelmişti. Hatta ilk gelişinde annemle babam boşanıyor gibi hissediyorum diyerek yüzümü biraz olsun güldürmüştü bile.

Dün akşam Zehra bana laf arasında bu seneyi yarıladık, seneye de son sınıf olacağız sık dişini mezun olup gideriz buralardan dedi. Buna hemen ihtiyacım olsa da uzaklaşma düşüncesi bile beni motive etmeye yetmişti. Çok uzaklara gitmek istiyordum. Tanıdığım kimsenin olmayacağı bir yere. Yepyeni bir hayat istiyordum, eski gamsız halimi istiyordum her şeyden önce... Onur'a raconu kesip onu da sevgilisini de yerin dibine sokacak Melis lazımdı bana, bu sulugöz halime yabancıydım.

Şeytanla Dans +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin