Selam!
Umarım herkesin keyfi yerindedir.
50. bölüme gelmişiz, gözüme çok göründü bir an. Buradan hiçbir sonuca varmayacağım ama yazmak istedim.
İyi okumalar!
...
Konum, tamam.
Çikolata, tamam.
Öz güven, yükleniyor.
Atlas seslice nefesini verip önündeki aynayı kaldırdı. Rüzgar'ın sabah gönderdiği konuma gelmiş, arabasını park etmiş ve son hazırlıklarını yapıyordu. Önünde duran büyük restoranı süzdü tekrar. Rüzgar'ın evine yakın, denizle bütünleşmiş gibi görünen güzel bir konumdaydı. Sürüsüne ait olduğunu ve bugün buluşma için kapatıldığını öğrenmişti.
Gergindi.
Rüzgar, tüm dünyası haline gelmişti. Her saniye aklında, kalbinde sadece sevdiği genç vardı. Ne olursa olsun da karşılık bulmaya başladığı sevgisine sahip çıkacaktı ama atlatmaya çalıştıkları bir geçmiş ve her ne kadar kendileri atlatmaya çalışsa da asla unutturmayacak acılı, öfkeli bir sürü vardı. Rüzgar'a olduğu kadar kendine de sürekli hatırlatıyorlardı. Tabii, hatırlatmasalar bile aklından çıkmıyordu yaptıkları.
Rüzgar, kendine resmen aşk itirafı yapmıştı ama Atlas içten içe bakmaya doyamadığı yeşillerinde ne zaman kaybolsa kendini o gecede buluyordu. Gözleri, kendine yasakladığı güzel boynuna kısacık da olsa değse nefesi kesiliyordu. Hiçbirini haketmiyorum diye düşünüyordu. Pes etmemeye kararlı zihni bulanıyor ve sevilmeye başladığı için kendini aşağılamaya başlıyordu. Hak etmediğini kendine hatırlatıp yine sadece acı çektiği zamana dönmek istiyordu ama o zamanlarda da yine kendini kurtaran, kendine aşkla bakan yeşiller oluyordu.
Seslice gülüp bir eliyle şakaklarını sıvazladı Atlas. ''Ne yaptın bana Rüzgar'' diye mırıldanırken tekrar restoranı süzdü. Daha fazla vakit kaybetmeden eşyalarını alıp arabadan çıktı.
Merdivenleri hızla tırmanıp açık olan büyük kapının önünde durdu. Gözlerini etrafta gezdirip omegasını aradı. İçeriden kalabalık olduğu belli olan sesler gelince hafifçe kaşlarını çattı. Hemen ardından sırtında hissettiği sızıyla afallayıp başını çevirdi.
Mete, yapmacık bir gülümsemeyle hemen yanında dikiliyordu. Aynı yapmacık gülümsemeyi yüzüne yerleştirip başıyla kısa bir selam verdi Atlas.
''Kimler gelmiş'' diye uzata uzata konuşarak birkaç adım ilerledi Mete. ''Ama neden dikiliyorsun ki orada? Yabancı mısın, geçsene içeri!''
Atlas sinirle nefes alıp gülümsemeyle karşılık verdi. Bir şey söylememesinin daha doğru olacağına karar vermişti çünkü diğerlerinin aksine Mete sürekli konuşuyordu. Muhtemelen cevap verse ardı kesilmeyecekti.
Beraber içeri girdiklerinde artan kalabalık sesle gerildi Atlas. Elindeki tatlı ve çikolatalarla dolu poşetleri kavradı sıkıca. Mekan oldukça geniş ve aydınlıktı. Telefonuna uzanıp Rüzgar'a haber vermek istiyordu çünkü Mete hala iğneleyici cümlelerini sürdürerek yanında yürürken gerginliği artıyordu.
''Mete'' diye dayanamayarak susturdu betayı. ''Rüzgar nerede?'' diye ekledi ardından.
''Acelemiz mi var? Görüşürsünüz birazdan. Bir şekilde kandırmışsın zaten kardeşimi ama-''
''Mete!''
Toprak öfkeli bakışlarıyla arkadaşını süzerek kendilerine doğru geliyordu. Mete 'ne var?' anlamında başını sallayınca ismiyle aynı renkteki gözlerini devirdi yanlarına gelen beta. Daha sonra Atlas'a dönüp kendini şaşırtacak sıcaklıkta bir gülümseme sundu. ''Hoş geldin''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
METANOIA - BL
FantasíaBiri mavi diğeri kırmızı, iki göz birbirine kilitlenmişti. Yıllardır bekledikleri tek şeyi bulmuşlardı. Ruh eşlerini. Ama neden birbirlerini öldürmek ister gibi bakıyorlardı? 18 yaş ve üzeri bireyler için uygundur. Şiddet ve olumsuz örnek oluşturab...