17. Bölüm: Ay Işığı Sonatı

3.4K 369 28
                                    

 Kulaklarımızı kapatalım, herkesi gözleriyle dinlemeye davet ediyorum.

İyi seyirler...

...

 Beethoven'ın en çok bilinen eserlerinden biri tüm binayı kuşatmıştı şimdi. Ağır ağır kemanların da eşlik ettiği eser, piyano üzerinde gezinen parmakların sahibini bile önemsiz kılmıştı. Herkes üç parçadan oluşan eseri büyük bir dikkatle dinliyordu.

 Hakkında farklı rivayetler olsa da benzer bir paydada buluşuyordu ortaya çıkma amacı. Mutsuzluk, yalnızlık, kederin esiri bir adama küçük de olsa yeniden yaşamak için umut, istek, amaç veren sevdiğini bulması. 

 Sonunda kavuşamayacak olsalar da ölmeye karar vermiş biri için hayatında ufak da olsa yaşama dair umut vadeden biri var olmuştur. Göremeyen gözler, ufak ışık huzmelerini görmeye başlar bu eserde.

 İçinde bir kavuşma heyecanı, azmi olsa dahi ana teması, arkaplanı ve kulaktan ayrılmayan her bir notası hüzündür yine de.

 Çöken karanlığın zayıf sahne ışıkları ve salon içerisinde yanan ateşlerle aydınlandığı binada, müziği duymasıyla her duyguyu hissetmeye başlamıştı Rüzgar. İlk parça başladığında, tüm esere hakim olan karanlık havayı hissetmişti. Özlem vardı parçada, keder hakimdi. Biliyordu, hissetmişti hemen çünkü kendi özlemi de böyleydi.

 Nefret ediyordu, istemiyordu kendini hiç sayan birini özlemeyi ama doğuştan gelen bir bağdı bu. Farkında olmasa bile kendinden uzakta, sahne önünde oturan alfa da aynı özlemi çekiyordu. Birbirlerini tanıyor veya tanımıyor olmalarının hiçbir önemi yoktu. Onlar, doğdukları günden itibaren birbirleri için yaratılmıştı. Birbirlerine özlem duyuyorlardı. Ve ağır ağır ilerleyen parça bu özlemi körüklüyordu.

 Allegretto, ikinci parça hiç vakit kaybetmeden başlamıştı şimdi. Daha hızlı, enerjik ve neşeliydi ama her şeye rağmen karanlığı bırakmıyordu. Özlemlerine minicik bir su serpiyordu sadece.

 Kalabalığı yine unutmuştu iki genç. Kendi dünyalarında dinlemeye başlamışlardı müziği ama kalplerinde hissettikleri neşeye de karşı koyamadan yerlerinde kıpırdandılar. Şimdi göz ucuyla da birbirlerini süzüyorlardı. 

 Bırakmamışlardı nefretlerini ama izin vermişlerdi tek seferlik de olsa müziğin kendilerini yönetmesine. İlk hamle mavi gözlerden gelmişti. Derin bakışlar acele etmeden yeşilleri örten kirpikleri süzmeye başlamıştı. Karanlıktı ama yüzüne vuran ışık öyle güzel yansıtmıştı ki her kıvrımını, sanki yine bir milim mesafe vardı aralarında.

 Gözünün üzerine kaydı bu sefer, özenle çizilmiş gibi duran kaşlarını bir de kendi bakışlarıyla çizmeye başladı. Öyle odaklanmıştı ki güzel yüze, her bir hareketini fark ediyordu. Göz bebeklerindeki hareketi de böylelikle fark etmişti Atlas; çeşitli tonlarla parlayan yeşillerin arasında ufacık görünüyordu siyahlar ama aşağı kaydıkları fark edilmişti. 

 Rüzgar, gözlerini aşağıya kaydırmış, şekilli burnundan inerek dudaklarına gelmişti Atlas'ın. Göz bebeklerinin hemen altındaydı dudaklarının kenarları. İki et parçası hemen hemen aynı büyüklükte gibi görünse de dikkatli bakıldığında alt dudağının hafifçe öne uzandığı fark ediliyordu.

 Dikkatli bakmıştı.

 Açık değildi renkleri, solgun durmuyordu ama canlıymış gibi de koyu değildi. Yeşil gözlerin gözetimindeki dudakların sağ kenarı hafifçe havalanmıştı. Mutluluktan gelen bir kıvrılma değildi bu. 

 Yakalanmıştı.

 Gözlerindeki tonları ezberlemiş, kirpiklerinde gezinip kaşlarını kendi gözleriyle tekrar çizmişti Atlas. Şimdi de yeşillerin dudaklarında olduğunu fark etmişti. Vakit kaybetmeden mavilerini yavaşça aşağı indirdi. Hafif çıkık elmacık kemiklerinden geçip küçük burnunu süzdü. 

 Oradaydı.

 Birkaç gece önce, kendi burnu da hemen o küçük burnun yanındaydı. Ve kokusunu içine çekerek çıkmıştı oraya. Yolda durakladığı, en sevdiği durağa indi tekrar. Küçük ağzını çevreleyen şekilli dudaklarda durdu. Hafif pembeydi iki et parçası da. Üst dudağı, dolgun alt dudağının yanında daha ince kalıyordu ama kendininkilerin aksine, Rüzgar'ın üst dudağı hafif öne doğru çıkıktı. Güzel pembe tonuna hiç yakışmayan, kızarıklığı kalmış bir yara duruyordu alt dudağının sol köşesinde. Yaranın açıldığı kesik kendini belli edince ufak bir sızı hissetti içinde.

 Atlas elindeki bardağı kavradı. Sadece kokusu için aldığı tatlı içecek buz gibi olmuştu. Sıkılan karton bardakla, içinde ağzına kadar dolu olan çikolata taşıp parmaklarından sızmaya başladı. Hareketlenen hava akımıyla çikolata kokusu burnuna doldu yine. Derince içini çekti ama memnun değildi.

 O, başka bir çikolataydı.

 İkisi de gözlerini birbirlerinin dudaklarında tutarken, neşeli müzikle dans etmeye başlamıştı kalpleri. Ancak müzikte de, gerçekte olduğu gibi kısa sürmüştü bu neşe. Parça değişti, duygular parçaya eşlik etti.

 Presto agitato, üçüncü bölüm hızlı bir tempoyla başladı. Çok hızlıydı, notalar birbiri içinde heyecanlı heyacanlı koşuşturuyordu. Neşe yoktu. Hız, heyecan, vahşet vardı. Sanki notalar da birbirine, ait olduğu sıraya yetişemiyordu. 

 Keder dönmüştü.

 Karanlığı daha ön plana çıkartarak dönmüştü. Ve yalnız değildi.

 Öfke vardı.

 Keder de, üzüntü de öfkelenmişti. Unutulup, neşeye yer açtıkları için öfkelenmişti. Parça yavaşlamıyordu, tüm duyguları karıştırıyordu.

 Merakla, heyecanla, şehvetle birbirini süzmüş olan iki genç de hissetmişti bunu. 

 Neşeyi, nasıl araya sığdırmışlardı ki?

 Dudaklardaki gözler aynı anda yükseldi. Bu sefer yüzlerinin her parçasını incelemeden, hızla yükselmişlerdi. Şimdi duyguları koşuşturuyordu. Hangisi ön plana çıkacağına karar veremiyordu. İçlerinde, birbirlerine ait olduklarını fısıldayan kurtlar vardı. Sanki onlar olmasa, yerlerinden kalkacaklar ve hızla birbirlerine koşacaklardı.

 Öylece durmayacaklar, saldıracaklardı.

 Mola vermek ister gibi duraksadı müzik ama gecikmeden yine hızlandı. Kendi içlerini yiyorlardı şimdi. Hayvani içgüdüleri ortaya çıkmak için savaşıyor ama aynı zamanda da eşlerini korumak ister gibi yine kendilerini dizginliyorlardı. Müzik bağırıyordu şimdi.

Vahşet, diye.

 Farkında değillerdi ikisi de. Yeşiller yavaş yavaş maviye; maviler yavaş yavaş kırmızıya dönüyordu.

 Şimdi bir alfa ve bir omega vardı. 

 Birbirine ulaşmayan, sadece kendi çevrelerini saran feromonlar vardı.

 Çikolata ve vanilya vardı.

 Son notalar çalındı. Piyanistin parmakları, kemanistlerin yayları havada kaldı.

 Biri mavi diğeri kırmızı, iki göz birbirine kilitlenmişti.

 Ve birbirlerini öldürmek ister gibi bakıyorlardı.

...

 Yıllar önce hikayeme ilham olmuş esere yer vermezsem içimde kalırdı.

 Bölümü gözlerinizle dinlemenizi istemiştim ama yine de eseri dinleyerek okumanızı tavsiye ediyorum.

 Dedikodu verecektim ama ambiyansı bozmak istemedim, aynı günün üçüncü bölümünü de yazarım sorun yok.

 Sevgiyle kalın,

 Okuduğunuz için teşekkür ederim!


METANOIA - BLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin