Yarım saat kadar durmadan sürdü arabasını. Arada bir arkasına bakıyor, Serdar'ın gelip gelmediğini kontrol ediyordu.
İlk önce Ahmet amcanın lokantasına gitti. Hava çoktan kararmış, yatsı vaktini geçmişti. Lokantanın önünde birkaç araba ve bir motosiklet vardı. İçeri de müşteriler olmalıydı. Çobanında içeride olma ümidiyle lokantaya girdi.
Fakat çoban yoktu. Ahmet amca çobanın gittiğini ve bir şey bırakmadığını söyledi.
Ardından benzi soluk ve sararmış olan Bahtınur'a; kızım iyi misin? Bir şeyin yok değil mi. Bir bardak çay vereyim mi, iyi gelir? diye sordu.
İyiyim Ahmet amca. Evet bir bardak çay içsem iyi olur dedi Bahtınur.
Kızım istersen yeni etlerimiz geldi. Karnın açsa hazırlayım hemen diye devam etti sözüne.
Bu akşam gelen çobanın etlerimi diye sordu Bahtınur.
Evet kızım, çoban getirdi diye cevap verdi Ahmet amca.
İyi olur Ahmet amcam diye cevap verdi.
Bir köşede yanan sobanın başına oturup çayını yudumluyordu Bahtınur. Yaşadığı korku aynı şiddette devam ediyordu, kendisine gelememişti henüz. Çantasını açıp, yemek almaya gelen kişinin verdiği zarfı kontrol etti, zarf çantanın ön gözündeydi.
Dükkân da çocuklu birkaç kaç aile vardı sadece ve bir tane de tek başına arkası dönük vaziyette oturan birisi. Arkası dönük kişinin giydiği yazlık mont, Serdarın ceketine benziyordu. İlk önce korktu o olabilir mi diye, ama sonra adam kalkıp gidince onun olmadığına kanaat getirdi.
Yanan sobanın üstünde demlenen çayın lezzeti tartışmasız bir harikaydı. Kışları hem ısınmak, hem çayları demlemek için büyük sobayı yakıyordu Ahmet amca, ama yaz akşamları yakmak için bu küçük sobasını kuruyor, su ısıtmak ve üstünde çay demlemek için kullanıyordu. (akşamları biraz hava soğuyordu burada)
Yanan sobanın yanında olmasına rağmen titremesi geçmemişti Bahtınur'un. Biraz önce yaşadığı korku dolu anlar ve biraz sonra yaşayacağı şeylerinde ne olacağını bilmiyordu. Hem üşüme, hem korku, hem de merak duygusu beynini sömürüp duruyordu.
Gözleri kapandı. Uyku bastırmış, yanan soba mayıştırmıştı Bahtınur'u. Başını masanın üstüne koydu. Biraz gözlerim dinlensin, Ahmet amca etleri pişirip gelince uyandırır beni diye düşündü.
***
Aradan on, on beş dakika geçti ama gelen giden yoktu. Diğer müşterilerde gitmiş, dükkân da kimse kalmamıştı.
Yerinden kalkıp Ahmet amcaya seslendi. Etler pişmiş, hatta kömür gibi olmuştu, ama Ahmet amca ortalıkta görünmüyordu.
Bu işte bir terslik vardı. Hemen çantasını alıp arabaya koştu. Nasıl olur, on dakika önce herkes buradaydı, hatta çatal kaşık sesleri geliyordu kulağıma, nasıl olur biranda herkes kayıplara karışır.
Hemen uzaklaştı oradan. Ne yapsam, ne etsem diye düşünürken, geri dönmeyi evine gitmeye karar verdi. Bir miktar gittikten sonra geri döndü.
Buraya emaneti vermek için geldim. Bunu vermeliyim. Bu zulümle yüzleşmeliyim dedi ve çoban dede türbesine doğru arabasını sürmeye başladı.
Arabayı park edip biraz yürüdü. Mezar az ilerideydi. Ay ışığı önünü görmesine fırsat veriyordu.
Normalde gündüz bile, insanın gitmeye çekineceği bu yere, bu mezara; Bahtınur gece vakti tek başına gidiyordu.
Mezarın yanı başında iki kişi bekliyordu.
Onları görünce azda olsa korkusu dinmişti nedense. Yürüdükçe, onlara yaklaştıkça korkusu azalıyor, yerini güven duygusuna bırakıyordu.
Daha fazla ilerlemedi, bir ağacın arkasında saklanıp bir miktar bu iki kişiyi izledi.
Biri, eli ile eşilmiş mezar taşının dibini kapattı, sonra mezar taşını su ile yıkayıp güzelce temizledi.
Diğeri, mezarın üstündeki yabani otları koparıp, toprağı temizledi. Ardından, eliyle toprağı açıp bir şeyler dikmeye başladı. Diktiği şeyler üç tane kuru daldı, üstünde çiçek falan yoktu. Sonra mezar taşını su ile temizleyen diğeri, öbürünün diktiği çubukların üstüne su döktü.
Sonra ikisi ellerini açıp uzunca dua edip ellerini yüzlerine sürdüler.
Bahtınur neredeyse yarım saat boyunca onları izledi, ama asla rahatsız olmadı. Sonra iyice yaklaşıp yanlarına vardı ve selam verdi.
Selamun aleyküm.
İkisi de büyük bir hürmetle selamlarını aldı.
Aleyküm selam.
Bu iki kişiyi tanıyordu Bahtınur.
Biri karayağız delikanlı, diğeri çobandı, Çoban Murat.
İlk defa net bir şekilde görüyordu Karayağız delikanlıyı. Kanlı canlı bir şekilde. Çoban Muratta aynı şekilde nur yüzlü ve mis kokuluydu.
Nasıl diğerlerine aldandım ben, nasıl kandırıldım.
Birkaç dakika bir şey söylemeden bekledi Bahtınur. İki kişi de hiçbir şey sormadılar Bahtınur'a.
Bahtınur bir ara çobana; Gitme, gittiğin yerin dönüşü yok, dediğini, ne demek istediğini sormak istedi, ama vazgeçti. Çünkü neden öyle söylediğini, aslında geri döndürerek canını kurtardığını idrak etmişti Bahtınur, o yüzden sormadı.
Sessizliği kara yağız delikanlı bozdu.
Bu dağ başında ne ararsın. Aradığını kalbinde arasana... Dedi.
Bahtınur gülümsedi. Bu sözü daha öncede duymuştu bir yerlerden.
Kendimi, kalbimde arayamam. Onun sahibi başkasıdır diye cevap verdi Bahtınur. Diğer iki kişide memnun olmuştu bu cevabından dolayı.
Bahtınur çantasını açıp, çoban Murat'a zarfı uzattı. Başka bir şey konuşulmadı daha.
Çoban Murat bir şeyler okuyarak, mütebessim bir vaziyette zarfı eline aldı ve büyük bir hürmetle okumaya başladı. Fakat okumasını içinden yapmıştı. Karayağız delikanlıda görmediği halde, yazılan şeyleri hissediyordu.
Elbette ki galip geleceksiniz.
***
Kızım.
Kızım Bahtınur.
Kızım, hadi uyan etler soğumasın.
![](https://img.wattpad.com/cover/144860321-288-k439349.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Can ile Nas'ın Savaşı
HorrorDaha önce okuduğunuz korku hikayelerini bir kenara bırakın... Korkuyla ümidin, sevgiyle nefretin içinde bulacaksınız kendinizi. Korkudan diliniz tutulurken, üzüntüden burnunuzun direği kırılacak.... Göz yaşlarına hakim olamayacaksınız. Çok yakınd...