Kapının tıklaması ve annesinin şefkat dolu sesiyle gözlerini açtı Bahtınur. Rüyası yarıda mı kesilmişti, yoksa kapı sesiyle, aynı anda mı bitmişti bilinmez. Terlemiş, sırılsıklam olmuştu. Biraz da boğazında bir ağrı vardı.
Annesi; ''Canım, yemek hazır. Hadi çok uyudun uykucu seni.'' Diye bir daha seslendi.
Bahtınur, sevinmişti bu gördüklerinin rüya olduğuna, ama Murat'ın kitabı da kayıptı ve nerede olduğu belli değildi. Tansel'le beraber, Azim diye birine vermişlerdi Kitabı çözsün, bir ipucu bulsun diye. Gerçi, Azim'in evine kitabı almaya gitmişlerdi. Heyhat, ne Azim vardı ortalıklarda, ne kitap. Görüştükleri ev bile yerinde değildi.
Tansel kitabı hediye kutusunda geri vermiş, daha sonra açarsın demişti. Ama açtığında Murat'ın kitabı çıkacağına, o lanetli kitap çıkmıştı hediye kutusundan.
Şimdi gördüğü rüyada da Tansel, Murat'ın kitabını yılbaşında bir gece kaldıkları kulübenin içinde yakıp, yok ediyordu.
Tekrar sinirlendi Tansel'e. Elini yumruk yapıp; ''bu bana yapılır mı ulan'' diye söylendi içinden. Ama kapının önündeki annesi bu serzenişi duymadı.
''Canım kızım uyan hadi.'' Diye tekrar seslendi annesi Bahtınur'a.
Bahtınur kendini toparlayıp; ''geliyorum canım annem'' diye cevap verdi.
Öğle yemeği için çağırıldığını zannetmişti Bahtınur. Ama öyle değildi. Annesi akşam yemeğine davet ediyordu kızını.
Hava kararmak üzereydi. Tam on saatten beri uykudaydı. Gece yol boyunca hiç mola vermeden araba kullanması ve dolayısıyla yorulması. Birde evindeki huzurlu ortamı, deliksiz on saat boyunca derin bir uyku çekmesine neden olmuştu.
Fakat biraz önce görmüş olduğu rüya, uykusundan daha derin bir vaziyetteydi.
Akşam sofrası yine dışarıdaki çardağa kurulmuştu. Annesi, kızının en sevdiği yemekleri yapmış, onu seviyor diye bir tepsi de baklava açmıştı.
Bahtınur, lavaboya gidip elini yüzünü güzelce yıkadı, uyanmaya çalıştı. Uyanmıştı, ama on saat uyumuş biri gibi dinç değildi. Sabaha kadar sırtında odun taşıtmışlardı sanki Bahtınur'a. Her yeri ağrıyor, yürümeye dermanı kendisinde bulamıyordu. Geri odasına dönüp elbiselerini değiştirdi ve odadan çıktı.
Fazla belli etmeden çardağa kadar yürüdü. Annesi çorbaları çoktan doldurmuştu bile. Dedesi, hemen yanındaki sandalyeyi gösterip; ''gel buraya otur güzel torunum'' dedi.
Yine annesi enfes yemekler hazırlamıştı. Ailecek yemeklerini güzelce yedikten sonra çaylarını da çardakta içtiler. Birkaç komşu daha gelip, sohbetlerine ortak olmuştu. Tüm mahalleli Bahtınur'u çok seviyor, kızları gibi görüyorlardı. Gece geç vakitlere kadar oturdular komşularıyla beraber. Semaverdeki çay bittikçe yenisi demleniyor. Mısırlar patlatılıp, meyveler yeniliyordu.
Gece yarısına kadar sürmüştü bu oturma faslı. Sonra komşular dağıldı, aile fertleri de uyumak için odalarına çekildiler. Küçük kardeşi de, ablasının yanında yatacaktı bu gece. Uykusu geldiği için, hemencecik uyuyuverdi. Bahtınur'un gözlerinde bir damla uyku yoktu. Yorgunluk ve vücudundaki ağrı hisside büyük orada gitmişti. Hafif boğazındaki ağrı devam ediyordu. Onu da temiz havaya bağladı.
Işıkları kapatıp, yatağına uzandı. Birkaç dakika gözlerini dinlendirdi ve düşünmeye başladı. Gördüğü rüyayı bir yere oturtmak istiyordu.
Kimdi bu 'Ukbe bin ebi Muayt. Neden Samet ve Tansel, ondan talimat alıyor ve ondan bu kadar çekiniyorlardı. Bahtınur ile alakası neydi bu kişinin. Murat ile alıp veremediği, ona beslediği bunca düşmanlığının sebebi neydi. Bir sopanın üstündeki yazıya bile tahammül edememişti bu kişi, kazıtmıştı.
Bu isim bir Arap ismi olmalıydı. Hatta peygamber zamanında yaşamış bir sahabe ismine bile benziyordu.
Bin, Arapçada babası demekti. Muhayt'ın babası Ukbe. Tarihte yaşamış birimiydi. Ya da aleladede birisinin adımıydı.
Aslında dedesine sorsa bir şeyler öğrenme bilirdi. Dedesinin çardakta olma ihtimaline karşılık, kalkıp pencereden aşağı baktı. Düşündüğü gibi dedesi uyumamış, çardakta kuran okuyordu.
Dedesi, geceleri pek uyumazdı. Uyusa, yatsı namazından sonra uyur. Gece yarısından sonra kalkıp ibadet ederdi. Sonra kaylule uykusunu da hiç ihmal etmezdi. Öğleden sonra yarım saat uyusa ziyadesiyle ona yeterdi.
Bahtınur, üstünü giyinip dedesinin yanına gitti. Dedesi yüksek olmayan, kadife sesiyle yine mest etmişti Bahtınur'u. Beş dakika sonra sureyi bitirdi ve Fatiha çekip kitabı kapattı.
''Hoş geldin torunum'' dedi, torununa.
''Hoş bulduk dedeciğim.''
Biranda unutuverdi bütün yaşadığı olumsuz olayları. İçine huzur dolmuş, yüzü gülmeye, gülücükler saçmaya başlayıverdi.
Dedesi, tam İslam bir âlimi, gönül eriydi. İbadet aşığı ve imanı çok gaviydi. Yüzündeki nur, gece karanlığında bile seçilecek kadardı neredeyse. Yüze nur veren şey, gece yapılan ibadetler ve kılınan teheccüt namazıydı. Dedesinin de en çok önem verdiği, uykuyu zamanında uyuyup, gecenin geri kalanını ibadetle geçirmesiydi.
Uzun uzun sohbet etti dede ve torunu eskisinde olduğu gibi. Bazen okula, bazen arkadaşlara, bazen dini konulara geliyordu sohbetin konusu. Yeri geçmişken sordu Bahtınur dedesine.
''Dede. Tarihte 'Ukbe bin ebi Muayt diye birisi yaşadı mı? Hz Peygamberin sahabeleri arasında mıydı? Dedi.
Dedesi biraz yüzünü buruşturup torununa baktı. ''Ne yapacaksın onu canım kızım benim'' diye karşılık verdi.
Bahtınur anlatmasını isteyince, dedesi kısaca anlattı.
''Hayırlı bir insan değil kızım. Efendimizin üstüne işkembe atan. Ebu Cehil'in tetikçisi. Bedirde başı vurulan baş müşriklerden birisiydi'' diye cevap verdi. Başka da bir şey söylemedi. Torununa neden bu kişiyi merak ettiğini de sormadı.
Böyle birisiyle, bizim ne bağlantımız olabilir diye geçirdi içinden. Asıl derdini anlatmak istedi dedesine, ama vazgeçti. Lanetli kitap tekrar karşıma çıktı diyemedi.
Birkaç gün sonra; hem lanetli kitabı yakmak, hem bu soruların cevabını bulmak için Mehmet hocaya gitmek istiyordu.
''Dedeciğim, Mehmet dedenin yanına gidelim mi birkaç gün sonra'' diye sordu dedesine. Dedesi; Olur kızım. Bende uzun zamandır görmedim, iyi olur diye cevap verdi.
Sabah olmasa da, birkaç gün sonra Mehmet hocanın yanına gidilip, lanetli kitap tekrar imha edilecek ve bu lanetli kişilerin kim olduğunu öğrenebilecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Can ile Nas'ın Savaşı
TerrorDaha önce okuduğunuz korku hikayelerini bir kenara bırakın... Korkuyla ümidin, sevgiyle nefretin içinde bulacaksınız kendinizi. Korkudan diliniz tutulurken, üzüntüden burnunuzun direği kırılacak.... Göz yaşlarına hakim olamayacaksınız. Çok yakınd...