''Hanımefendi uyanan, son durağa geldik.''
''Hanım efendi. Uyanın''
Bahtınur gözlerini açtığında karşısında tanımadığı birisi duruyordu. Birkaç saniye düşünüp, karşısındaki kişinin otobüs şoförü olduğunu anladı.
''Silivri'ye geldik hanımefendi. Bu son seferdi, otobüsünün kapılarını kilitlemem lazım'' diyordu şoför bey. Bahtınur tamam manasında kafasını sallayıp yerinden kalktı. Çantasını ve kitabı alıp yavaşça otobüsten indi. Kafasını toparlamaya çalışıyordu. Birkaç dakika sonra kendisini toparlayabildi.
Uyuya kaldığını ve biraz önce gördüğü şeylerin rüya olduğunu anlayınca sevinmişti. Ama içine de bir kurt düşmüştü. Rüya bile olsa o gizemli delikanlıyı görmek güzeldi. Fakat niye Murattan yadigâr bu kitaba kötü bir şekilde baktığını anlayamıyordu. ''Gizemli de olsa, iyide olsa, Murat'ın kitabına öyle sinirli bir şekilde bakamaz'' dedi ve sürekli merak duyduğu ve görmek istediği gizemli delikanlıdan soğumaya başladı. ''Murat'ın kitabını sevmeyen benimde iyiliğimi düşünmesin'' diyerek tüm ipleri kopardı.
İlk önce ne yapacağına karar verememiş, hiç bilmediği Silivri'de yapayalnız kalmıştı. Saat bayağı geç olacak ki, sağda solda pek insanda görünmüyordu.
Çantasından telefonu çıkartıp saate bakmak istedi. Telefonunda ondan fazla cevapsız çağrı olduğunu gördü. Nasıl olurda duymam bunları diye kızdı kendisine. Telefonu ne zaman sessize aldığını hatırlayamaya çalıştı, lakin hatırlayamadı. Evdeki kızlar Bahtınur'u merak etmiş ve akşam dokuzdan beri Bahtınur'u aramışlardı.
Saat tam bire geliyordu. Hemen Ayşe'yi arayıp iyi olduğunu söyledi.
Canım seni çok merak ettik ve çok korktuk diyordu Ayşe telefonda konuşurken; Bir taraftan ağlıyor, bir taraftan karakola, jandarmaya haber verdilerini ve kendilerinin de şuan dışarıda, onu aradıklarını söylüyordu.
''İyiyim canım hiç merak etmeyin. Bir saat olmadan evde olurum'' dedi Bahtınur. Hemen az ilerideki taksi durağına gidip bir taksiye bindi. Dediği gibi, bir saat olmadan eve varmıştı.
Bütün kızlar Bahtınur'u gördüklerinde sevinçten birbirine sarıldılar. Kimisi kaybolduğunu, kimisi kaçırıldığını, sandıklarını söylüyordu. Dicle, aç olup olmadığını; Pınar korkup korkmadığını soruyordu.
Ayşe; ''canım istersen yarın anlatırsın. Saat geç oldu sende, hepimiz de çok yorulduk. Yarın konuşuruz'' diyerek en mantıklı çözümü bulmuştu.
Bahtınur odasına girdiğinde, ilk iş olarak hediye paketindeki kitabı, kitaplığının en üstüne koymak oldu, boynundaki kolyeyi de çıkartıp kitabın yanına bıraktı. Bu kitap ve kolye, eşi benzeri bulunmayan iki hediyeydi Bahtınur için. Bedeninden bir parça, ruhunda iki damla gibiydi.
***
Saat üç olmuştu. Uyku bir türlü tutmuyordu Bahtınur'u. Yatağının üstünde bağdaş kurmuş, gece lambası eşliğinde bu gün yaşadığı olayları gözden geçiriyordu. Hepsinin anlamlı bir yönü olabilirdi yaşadıklarının, fakat gizemli delikanlının rüyasında kitaba o şekilde baktığına bir mana veremiyordu.
Kafasını bir nebze dağıtmak için sigara içmeye niyetlendi. Evde alınan yeni karar gereği sigaralar sadece balkonlarda içilecekti. Bahtınur da sigaramı kahveyle içerim diye mutfağa yöneldi. Kahveyi yapıp mutfağın balkonuna geçti.
Havanın rüzgârlı olmasından ötürü denizde bayağı dalga vardı, suların çıkardığı ses evin balkonuna kadar geliyordu. Bir yandan sigara ve kahve, bir taraftan dalgaların çıkardığı ses ziyadesiyle rahatlatmıştı Bahtınur'u.
Birkaç dakika deniz dalgalarını dinlerken burnuna, bazı değişik kokuların gelmeye başladığını fark etti. İlk önce çöp tenekesinden gelebileceğini sandı ve çöp tenekesinin kapağını kaldırdı. Teneke temizdi, poşeti bile yeni değiştirilmişti. Birkaç yeri daha kontrol edip mutfaktan çıktı.
Hafiften burnuna geliyordu bu koku, ama aşırı derecede uykusu geldiği için hemen yatağına uzandı ve sabahın geç saatlerine kadar deliksiz bir uyku çekti.
Sabah yine bir koku vardı, ama bu sefer gelen koku misler gibiydi. Dicle elleriyle açtığı yufkayla börek yapmış, fırında pişen böreğin kokusu, Bahtınur'un burnuna kadar gelmişti.
Hafif bir tıklama sesiyle Pınar kapısını çaldı. ''Bahtınur uyan canım. Kahvaltı hazır, Dicle elleriyle börek yaptı bizlere'' dedi.
Börek gerçekten çok güzel pişmişti. Bir tepsi böreği neredeyse bitirmişlerdi kızlar. Dinlece bayağı maharetli kızdı doğrusu.
Bahtınur dün yaşadıklarını fazla ayrıntıya girmeden anlattı, fakat gizemli delikanlıdan bahsetmedi. Arkadaşları Tansel'in gittiğine üzülmüşlerdi. Kendilerince teselli edip moral vermeye çalıştılar.
Bahtınur, evden çıkarken dünkü kokuyu tekrar almaya başladı. Bu koku dünkünden biraz daha ağırdı ve daha iğrenç kokmaya başlamıştı. Yanındaki Ayşe'ye; ''canım burnuma tuhaf bir koku geliyor. Küf kokusu gibi, sende alıyor musun'' diye sordu.
Ayşe almadığını söyleyince; Dicle ve Pınar'a da sordular. Onlarda almadıklarını söylediler. Ardından hepsi evden çıkıp okullarının yollarını tuttular.
***
On gün sonra Finaller başlıyordu, iki haftalık final maratonundan sonra okullar tatil olacaktı. Bu on günü iyi değerlendirip genel tekrar yapmayı ve eksiklerini tamamlayarak geçirmeyi düşündüler. Sınavlara bir hafta kala tüm dersler bitmişti. Yedi gün boyunca aralıksız ders çalışıp tekrar yaptılar.
Bahtınur bir hafta önce yaşadığı olayları neredeyse unutmuştu. Gece yatarken bir tarafına Tansel'den hediye olan, mavi taşlı kolyesini koyar; diğer tarafına Murattan yadigâr, hediye paketi içindeki kitabı koyar, öyle uyurdu. Fakat fazla problem etmediği, ama kendisinden başka kimsenin almadığı o kokuyu günden güne daha da artar bir şekilde almaya devam etti. Ne Pınar, ne Ayşe, ne de Dicle hiçbir koku almadıklarını söylemişti. Hatta evlerine misafirliğe gelen Hatice bile. ''Yok canım hiçbir koku gelmiyor burnuma'' demiş, kokuyu almadığını söyledi.
Peki kokan şey ne. Başkası niye farkına varmıyor da, sadece ben alıyorum bu iğrenç kokuyu.
Sınavların başlamasına iki gün kalmıştı artık. Sekiz gün boyunca genel tekrar yapan kızlar, ufak bir program yapıp kafa dağıtmak istemişlerdi. Cumartesi sabahı kahvaltıyı yaptıktan sonra evden çıkıp akşama kadar gezmeyi kararlaştırdılar. Bahtınur, kendisinin biraz geç çıkacağının, kızların kahvaltıdan sonra çıkıp gezmeye başlamalarını, kendisinin de en fazla bir saat sonra onlara yetişeceğini söyledi.
Kızlar kahvaltıyı yapıp evden ayrılmıştı, Bahtınur'da günlerce burnunu tırmalayan bu kokunun kaynağını bulmak üzere evin ortak noktalarını aramaya başladı. Mutfak, oturma odası, solan ve banyoyu güzelce kontrol etti. Tuvaleti hem kontrol edip, hem de güzelce yıkadı, ama koku gelmeye devam etti.
Salondaki koltuğa oturdu ve bu kokunun nereden gelebileceğini anlamaya çalıştı. Nereden geliyor bu koku diye hem düşünüp, hem kafa yorarken; sadece gereksiz eşyalarını koydukları, fazla kullanılmayan kiler odasına hiç girmediğini fark etti.
''Evet'' dedi Bahtınur. ''Hiç kilere bakmadım. Belki de oradan geliyor olabilir.'' Hızlıca yerinden kalkıp kilerin önüne vardı. Yavaşça kapısını açtı.
İçeriden çok ağır bir koku gelmeye başladı kapı açıldığında. O kadar ağır bir koku ki, istiğfar etmek için banyoya koştu. Geri dönüp, burnunu bir bezle kapayıp içeri girdi.
Kokunun kaynağını bulmuştu Bahtınur. Karşısındaki rafta, kat kat bezlere sarılı o lanet kitap vardı. İnsan cesedinden bile daha iğrenç bir koku yayıyordu, her tarafa.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Can ile Nas'ın Savaşı
TerrorDaha önce okuduğunuz korku hikayelerini bir kenara bırakın... Korkuyla ümidin, sevgiyle nefretin içinde bulacaksınız kendinizi. Korkudan diliniz tutulurken, üzüntüden burnunuzun direği kırılacak.... Göz yaşlarına hakim olamayacaksınız. Çok yakınd...