Bölüm 20-2

37 7 11
                                    

Caminin yanına vardı. Korkusu bir nebze dinmişti.

Cami tam yıkılmamış sağlam gibi, ama minare üflesen yıkılacak vaziyette, birisinin üstüne çıkıp dolanmasına imkân yok. İçeriyi fenerle aydınlatıp izlemeye başladı. Sonra minareye de ışık tuttu. İkisinde de kimseler görünmüyordu. Feneriyle caminin etrafını dolanmaya, sağa sola göz atmaya karar verdi. Her taraf ısırgan otu ve diken ile doluydu. Bacağına birkaç diken batsa da camiyi tüm köşeleriyle izleyebilmişti.

Ne bir insan var, ne de gölge oluşturacak bir canlı.

Arkasının dönüp çadıra gidecekken bir çıtırtı duydu. Tam net değil, ama birisi koşuyor gidiydi sanki. Feneri tuttu sesin geldiği yere doğru, ama fener ışığı, görüntüyü netleştirmek yerine köreltmişti.

Feneri kapatıp, o istikamete doğru yürümeye başladı. Korkmaya başlamıştı yine, ama bu sefer macera damarı devreye girmişti.

Bir evin yanından geçti. Evin yarısı yıkılmış, diğer yarısı yıkılmak için bahane arıyordu. Sonra iki evin arasındaki sokaktan geçti. Bunların durumu da aynıydı.

Sonra az daha yürüyüp bir ses duydu. Evet, dikkat kesilince emin olmuştu. Bir hırıltı sesi geliyordu evin birinden.

İnsan sesiydi bu duyduğu ses, hayvan sesine benzemiyordu. Acı çeken, yardım isteyen bir ses gibiydi bu hırıltı sesleri.

Evin birine iyice yaklaşıp, göçmüş kapı yerinden içeri girdi.

Gözlerine inanamadı, ama bu sürede donup kalmakta olmazdı. Hemen ayaklarından tutup kaldırmaya çalıştı delikanlıyı. Ama kurtaramadı. Deli kanlı ölmüştü.

Paramparça, bağırsaklarının bir kısmı dışarıda. Kalbinin alt kısmından yere kan damlıyordu. Bilekleri kesilmiş, oradan da kan akıyordu yere doğru.

Fakat bu delikanlının ölüm nedeni intihardı. Asıyordu kendisini, gözleriyle şahit olmuştu.

Delikanlıyı ipten çıkarmak istedi ama çıkaramadı. Kırk düğüm dedikleri bu olsa gerek. Çözülmüyordu urgan bir türlü.

Dakikalarca ağladı Delikanlının başında. Rüyada mıyım, yoksa Ayşe'nin anlattığı hikâye rüyama mı girdi, şimdi rüya mı görüyorum diye kontrol etti kendisini. Cimcik attı, fakat canı yandı Bahtınur'un. Rüyada olmadığını anlamıştı. Zaten, bacağına batan dikenlerden bazısı, bacağını kanatmıştı. Onlarında acısı bambaşkaydı. Diken, bıçak yarası gibi canını yakmaya başladı.

Bitkin düştü, yerinden kalkıp çadıra gitmek istiyordu. Sabah erkenden gelir, arkadaşlarla bir çaresine bakarım diye düşündü. Şimdi uyanmazlar diye düşünüp oradan ayrılmak istedi. Zorlansa da evden çıktı.

Yürüdü, batan dikenler o kadar sızı veriyordu ki, belli bir mesafeden sonra yürüyemez olup yere çömeldi. Hırıltı sesleri kesilmişti. Ama bu sefer garip sesler geliyordu kulağına. Kuş sesi gibi, fakat garip bir ses.

Sonra, kurbağa sesi duydu. Sanki kurbağa dile gelmiş, bırak, beni bırak diye çığlık atıyordu.

Sonra bir tıslama sesi ilişti kulağına. Tıııısssssssss.

Yılan mı bu, yılan mı geliyor.

Bahtınur güç bela kalkıp yürümeye başladı.

Biranda nefesi kesilecek gibi oldu, yürümeye başladığında. Bu tıslamaların nereden geldiğini anlamıştı Bahtınur. Birkaç metre önünden, en az iki metre boyunda kapkara bir yılan sürünerek geçti.

Ne yapacağım Allah'ım.

Arkasını dönüp ters yöne koşmaya başladı. Yolunu kaybetti ve kendi de kayboldu.

Neredeyim ben. Neden geldim bu köye.

***

Sabah gözlerini açtığında çadırında değildi, sandığı gibi yaşadıkları rüyada değildi. Arkadaşlarının çadırlarını görebiliyordu, ama onlara uzak bir mesafedeydi. Köyün tepesine kadar çıkmış ve burada uyuya kalmıştı. Ama nasıl buraya çıktığını hatırlamıyordu.

Dün gece bacaklarına saplanan dikenlerden eser yoktu. En ufak bir acıda hissetmiyordu. Yahu ben uyuz gezer miyim? Hem uyurgezer, hem de bu halde rüya mı görüyorum.

Çadırlara vardığında, Ayşe ve Dicle yeni uyanmak üzereydi. Diğerleri daha uyanmamıştı.

Canım uyanık mıydın sen. Sizi daha uyuyor sanıyorduk dedi Ayşe, Bahtınur'u gelirken görünce.

Anlatırım canım dedi Bahtınur. Kahvaltıdan sonra yaşadıklarını anlattı.

Gördüğü gölgeleri, bacağına batan dikenleri. Cesedi, yılanı. Köyün tepesinde gözlerini açtığı, hepsini anlattı. Fakat oraya nasıl çıktığını hatırlamadığını söyledi.

Nerde düşürdüyse, kolundaki saatini de düşürmüştü Bahtınur.

Arkadaşları da pek bir anlam verememişti bu anlattıklarına.

Canım yaşadıkların komple rüya olsa, sabah çadırda gözlerini açardın. Ama köyün tepesinde açmışsın. Hangisini yaşadın, hangisi rüyaydı. Hem dağın başına nasıl çıktın.

En iyisi camiye, delikanlının asıldığı yere, hatta şu tepeye çıkıp gündüz gözüyle gidip kontrol etmek lazım dedi Dicle.

Beraber önce camiye gittiler. Caminin kenarında zararsız otlar vardı, ama can yakacak kadar büyük dikenler görünmüyordu. Yılan gördüğü yoldan geçenken biraz irkildi, sonra cesedi gördükleri eve doğru yürümeye devam ettiler.

İnşallah ceset falan yoktur canım. Birde cesetle falan uğraşmayalım dedi Pınar.

Eve girdiklerinde, herhangi bir cesetle falan karşılaşmadılar. Ama oturup ağladığı yerde kol saati buldu Bahtınur.

Bakın saatimi burada düşürmüşüm.

Aynı anlatılan hikâye gibiydi bazı şeyler. Bahtınur da köylüler gibi, ne yaptığını hatırlamadan köyün tepesine kadar çıkmıştı. Bu köyde garip şeyler dönüyordu, ama bunu çözmeye kızların pek niyeti yoktu. Hızlıca evden çıkıp çadırlarının yanlarına gittiler. Aynı hızla çadırlarını toplayın uzaklaşmaya başladılar bu köyden.

Anlatılanlar yalan mıydı, doğru muydu? Delikanlının ölümü cinayet miydi, intihar mıydı? Köylüler gerçekten kaybolmuş muydu, bulunmuş muydu? Hepsi bir muamma olarak kalacaktı.

Şimdi sırada başka macera, başka bir köy vardı.

Not: 20. bölümün diğer kısımları önümüzdeki haftalarda gelecektir.

Can ile Nas'ın SavaşıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin