Evet hatırladım. Gece yarısı tekerim patlamış, yol ortasında yapayalnız kalakalmıştım. Çok korkmuştum. Hatta garip, ürkütücü bir ses bana doğru geliyordu. İşte o sırada, o gelip benim kurtarmıştı.
Sahi nereden geldi, ne ara yetişip bana yardım etti. Bana cesaret verdi.
Yahu, insafsızlık etmedim mi şimdi ben bu adama. O kadar hakaret ettim, küfür ettim ona. Hem o bana, ben sana zarf bıraktım, gel buraya Ahmet amcadan al mı dedi. Niye ben kendi kendime gelin güvey oluyorum. Belki de zarfın sahibi ben değilim.
Yada boş ver, zarfın sahibi benim diyelim. Hatta zarf boş çıksın. Peki buna niye şaşırıyorum, kızıyorum, bir de bir dünya hakaret ediyor; ''Ulan dalgamı geçiyorsun benimle şerefsiz adam. Boş zarf vermekte neyin nesi, neyi ima ediyorsun,'' diyorum. Yaşadığım olayların hangisi normal de, bu anormal diye kızıyorum.
Adalet mi şimdi bu yaptığım. Affet beni lütfen affet, cahillik ettim. Bahtınur pişman olmuştu söyledikleri sözlerinden dolayı.
Sonra buruşturduğu zarfı düzeltip çantasına geri koydu ve arabasına binip sürmeye devam etti. Dönüş yolunu daha hatırlayamamıştı. Bazen sağa sola yollar ayrılıyor, her toprak yolu, geldiği yol sanıyordu.
Aklına o sırada, o bölgeye yakın olan türbe, Çoban dede türbesi geldi. Yahu nasıl olurda unuturum o türbeyi. Belki o çobanda türbenin yanında beni bekliyordur dedi.
Belki yanlışlıkla yolu karıştırmamda, zarfı buraya atmamda ve buranın neresi olduğunu anlamamda bir hikmet vardır. Evet evet, o çoban beni türbenin yanında bekliyor olabilir.
Mantıklı değil, ama olası bir durumdu.
Ama nasıl giderim oraya, dönüş yolunu bile tam bulamadım. Of niye bu gün dalgınım bu kadar.
Neyse, bu sefer kaybolma korkusu yaşamadan sürmeye başladı arabasını. Sağ sola dönmeden dümdüz sürüyordu. Elbet bir yere çıkacaktı yolu. Ortalama 10 dakika yolculuktan sonra bir köy çıktı önüne, bu köyü de hatırlamıştı.
Çoban dedenin türbesini de buradaki köylüler tarif etmişti Bahtınur'a. Evet köyün diğer çıkış yolundan düz gidersem türbenin yolunu bulurum dedi. Daha on dakika gitmeden türbeyi de buldu.
Türbenin mezar taşının dibi eşelenmişti.
Yahu bu mezar taşını ben eşelemiştim. Ama niye kazdım mezar taşının dibini. Ne istedim taştan.
Bahtınur, mezar taşının dibini kazdığını hatırlıyor, ama neden böyle bir şeye tevessül ettiğini çıkaramıyordu.
Mezar taşının üstünde yazılar vardı ve Bahtınur onları okumak için taşın dibini kazmıştı. Ama şimdi ne yazılar görünüyor, ne de niye kazdığını hatırlıyordu.
Allah'ım, bu kısmı hatırlayamıyorum. Niye kazdığımı, niye eşelediğim hatırıma gelmiyor bir türlü.
***
Peki adı Murat mıydı?
Neyin, kimin.
Bu mezarda yatan mübarek zatın.
Yok hayır, çobanın adı Murat'tı.
Yok hayır hayır, denizde beni kurtaranın adı Murat'tı.
Hayııır yanlış biliyorsun. Yemek almaya gelen kişinin adı Murat'tı.
Offf, kafayı yiyeceğim şimdi.
***
Bahtınu'un kafası alakbulak olmuştu. Kendisiyle konuşuyor, hatta kendisiyle tartışıyordu. Kendisine soru soruyor. Yine kendisi cevaplıyor, ama kendi verdiği cevabı beğenmiyordu.
Çantasından zarfı çıkarıp, kazılmış mezar taşının dibine bıraktı. Tekrar eşelediği toprağı, taşın dibine geri koydu. Bunu neden yaptığını bilmiyordu. Ama içinden bir his böyle yapmasını telkin ediyordu.
Dönüş yolunu bulmak bu sefer kolay olmuştu. Tekrar geri köye dönüp, bir amcaya sormuş ve onun öğretmesiyle evine geri dönebildi.
***
Boş evde vakit geçiremiyor, duvarlar üstüne gelecek gibi oluyordu. Bir yandan televizyon izlemeye çalışıyor. Bir taraftan telefonuna bakıyordu.
Yahu bir mesaj at, seni şurada bekliyorum de. Biri boş çıktı. Kendisi gibi boş zarfla ortada bıraktı beni. Sen bari bir mesaj at, bir arada sesini duyalım, boş yere İstanbul'a gelmiş olmayalım.
Yemek almaya gelen kişinin verdiği iki zarf, karşısındaki dolabın üst rafındaydı. Onları alıp çantasının ön gözüne koydu. Elbet sahipleri alacaktı zarfları (ama nasıl olacağını bilmiyordu), sokak sokak gezip zarfların sahiplerini bulacak değildi.
Sonra evden çıkmak, dışarıda takılma fikri aklına cazip geldi. Yine aynı anda, benim Hızır dedem var, onun yanına niye gitmiyorum yahu diyerek evden ayrıldı.
Hızır dede sahaf dükkânını erken açar, fazla geç olmadan da kapatırdı. Bahtınur yolu buldum, zarfı gömdüm, evde oyalandım falan diyene kadar saat bayağı ilerlemişti. Arabadan inerken de yatsı ezanı okunuyordu.
İnşallah dükkânı kapatmamışsındır Hızır dedem, iki kelam etsen yeter, kafam biraz dağılırdı senin sayende.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Can ile Nas'ın Savaşı
HorrorDaha önce okuduğunuz korku hikayelerini bir kenara bırakın... Korkuyla ümidin, sevgiyle nefretin içinde bulacaksınız kendinizi. Korkudan diliniz tutulurken, üzüntüden burnunuzun direği kırılacak.... Göz yaşlarına hakim olamayacaksınız. Çok yakınd...