''Canım uyan!''
Ayşe, Bahtınur'un uyandırmak için bayağı uğraştı. Fakat Bahtınur o kadar çok içtik ki, birkaç sesleniş ile kalkacak vaziyette değildi.
-''Bahtınur, hadi uyu canım. Neredeyse sabah olacak.''
Birkaç dakika uyandırma çabasından sonra, Ayşe başarmış, Bahtınur'un uyandırabilmişti.
Bahtınur uyandığında başı çatlayacak derecede ağrımaya başladı. Hemen karşı masaya baktı, ama karşı masada kimse yoktu.
Sendeleyerek ayağa kalktı Bahtınur. ''Nerede o, gitti mi yoksa,'' dedi.
Diğer üç arkadaşı Bahtınur'un kimden bahsettiğini anlayamadı.
-Kimi sordun tatlım, dedi Pınar.
Bahtınur hemen kendini toparlayıp, rüya görmüş olduğunu anladı. Hiç bozuntuya vermeden, Berna'yı sordum ya, ona bir şey verecektim, dedi.
Hemen hemen herkes gitmişti. Çünkü saat bayağı ilerlemiş, güneşin doğmasına 30-40 dakikalık süre kalmıştı. Ayşe;
-Berna gitti canım, pazartesi verirsin artık. Hadi bizde gidelim, Dicle taksiyi aradı, birazdan taksi gelir, dedi.
Beş dakika sonra taksi geldi. Bahtınur kendine gelmişti, ama hala rüyanın ve delikanlının etkisindeydi.
Eve vardıklarında hepsi kendilerini yataklarına attılar. Günlerde Cumartesi olduğu için, okul yoktu ve neredeyse akşama kadar uyumayı düşünüyorlardı.
Bahtınur, çok yorgun olmasına rağmen uyuyamamıştı, aklında sürekli o yakışıklı genç vardı. Kendisini beğendiren, hatta rüyasına girecek kadar etki altında bırakan genç kimdi.
Yüzlerce teklif almasına rağmen, kimseyi kabul etmeyen Bahtınur; bir görüşte, bu kadar etkilenecek ve rüyalarına davet edebilecek kadar basit, ucuz ve sıradan olmayı kabul etmiyordu.
Ama etkilemiş, hatta aşık olmuştu, o esrarengiz delikanlıya.
***
Bahtınur, sahil kenarında tek başına oturmuş, uçsuz bucaksız denizi izliyordu. Ne zaman buraya gelmiş ve neden şuan yalnızdı, anlam veremedi. Ama müthiş derecede mutluydu.
Güneş kendisini bulutun arkasına gizlemiş, Bahtınur'u ve tüm mahlûkları ışığından ve ısısından mahrum ediyordu.
Bahtınur yerinden kalkıp, sahil boyunca, yürümeye başladı.
Ortalıkta kimseler yoktu. İstanbul gibi bir yerde, gündüz vakti sahilde, kimsenin olmaması inanılır gibi değildi. Gerçi yürüdüğü sahilinde, daha önce yürüdüğü sahile benzemiyordu. Aslına bakarsanız, bulunduğu bölge İstanbul'a hiç benzemiyordu.
''Neredeyim ben'' dedi Bahtınur. Biraz önce haz duyup zevk aldığı sahil, şimdi onu ürkütmeye, korkutmaya başlamıştı.
Burnunun üstüne bir tane su damlacığı düştü. Sonra elinin üstüne ve derken yağmur yağmaya başladı. İlk başta tane tane damlacık bırakan gökyüzü, birkaç saniye içinde, bağırdaktan boşanırcasına yağmurlarını salmaya başlamışdı.
Güneş, karabulutların arkasına iyice gizlenmiş ve ortalık iyiden iyiye kararmıştı. Saniyeler içinde sırılsıklam olan Bahtınur, şiddetli bir şekilde üşümeye başladı. Yağmurdan korunacak ve ısınabilecek bir yerde görünmüyordu.
Sahilden çıkıp, yağmurdan korunabilecek bir yer aradı. Biraz yürüyünce az ileride dumanların tüttüğünü fark etti. Isınıp bir şeyler içebileceği, cafe tarzı bir yer olabileceğini düşündü.
Yürüdükçe dumanların, aslında sandığından daha da uzaklardan geldiğini anladı, fakat yapabileceğin hiçbir şey yoktu, çaresiz yürümeye devam etti.
Yağmur dinmişti, ama sert ve soğuk esen rüzgârlar, Bahtınur'un iliklerine kadar işlemiş, dişlerinin çatırdamasına sebebiyet vermişti.
Nihayet dumanların kaynağını buldu. Dümdüz arazide, iki geniş çam ağacının tam ortasında bir kulübecik vardı ve dumanlar oradan geliyordu. Kulübenin yanına kadar gitti.
İlk başta çekindi ve korktu, lakin o kadar çok üşüyordu ki, girmeye karar verdi.
Kulübenin kapısı kendiliğinden açıldı. Bahtınur şaşırmıştı, ama asıl şaşkınlığının şimdi yaşayacaktı.
Kapı aslında kendiliğinden açılmadı, kapıyı biri açmıştı. Açan da oydu.
''Hoş geldin Bahtınur''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Can ile Nas'ın Savaşı
KorkuDaha önce okuduğunuz korku hikayelerini bir kenara bırakın... Korkuyla ümidin, sevgiyle nefretin içinde bulacaksınız kendinizi. Korkudan diliniz tutulurken, üzüntüden burnunuzun direği kırılacak.... Göz yaşlarına hakim olamayacaksınız. Çok yakınd...