Bölüm 14-2

395 25 5
                                    

''Bahtınur. Uyan hadi''

Ayşe, Bahtınur'u uyandırmıştı, ama diğer arkadaşları Dicle'nin başına toplanmış onun uyanması için uğraşıyorlardı.

''İyi misin canım'' diye sordu Ayşe. Kendine gelmeye başlayan Bahtınur'un kulağına yaklaşarak. ''Korkuttunuz kuzum bizi.'' Diye devam etti sözüne. Bahtınur bir taraftan Ayşe'yi dinliyor, bir taraftan Dicle'yi uyandırmaya çalışan kalabalığı izliyordu.

''İyiyim canım. Ama Dicle'ye ne oldu.''

Dicle, diğer arkadaşları gibi başını masaya yaslamış, ama ritüel bittikten sonra geri kaldırmamıştı. İlk başta uyuya kaldıklarını sanan arkadaşları hafiften seslenmişler, ama burnundan kan ve ağzından köpük geldiğini fark ettiklerinde, uyuma değil; baygınlık ve nöbet geçirdiğini anlamışlardı.

Bahtınur hemen yerinden kalkıp Dicle'nin yanına koştu. Dicle hızlı nefes alıyor, nabzı hızlı atıyor ve aşırı derecede titriyordu. Birkaç kişinin yardımıyla arabaya yükleyip en yakın hastaneye götürdüler. Götürdükleri hastane, ciddi bir durum olabilme ihtimaline karşılık, daha büyük bir hastaneye sevk etti.

Dicle'nin şoka girdiğini söylemişlerdi doktorlar. Tansiyonun ve şekerinin yükseldiğini, kalp atışlarının neredeyse iki katına çıktığını bildirmişlerdi. Aşırı heyecan ve korkudan dolayı bayıldığını, kanın gelmesini de, tansiyonun çıkmasına bağlamışlardı.

Üç gün boyunca yoğun bakımda kendine tam gelememiş bir vaziyette yatmış, üçüncü günün sonunda gözlerini açabilmişti.

Dicle, İlk günün sonunda kendisine gelemeyince, ailesine haber etmişti arkadaşları. Gözü yaşlı annesi, kızının başından hiç ayrılmıyor. Sadece Namaz vakitlerinde mescide gidip, namazını kılıp geri geliyordu. Ara ara kendine gelip gözlerini açsa da, tekrar yine kendinden geçiyordu Dicle. Üçüncü günün sonunda, tam olarak kendine gelebilmişti.

''Dicle, nasıl oldun canım kızım. Güzel kuzum benim''

Bu sual, üç günden beridir yoğun bakımda yatan ve anca yeni yeni kendisine gelmeye başlayan Dicle'nin; şefkat ve üzüntüyle kızını izleyen, perişan haldeki annesindendi. Ufak bir namaz arası vermiş ve dönüşte, biricik kuzusunun gözlerinin açıp, kendisine gelmeye başladığını görünce sevinçten ne yapacağını bilememiş ve heyecanla bunları söylemişti.

''İyiyim canım annem iyiyim, korkmayın'' diye cevap verdi Dicle. Yerinden doğrulup, gözü yaşlanmış annesinin, yaşlı gözlerine bakarak.

İki günde normal odada kaldıktan sonra taburcu ettiler Dicle'yi. Ailesi bir hafta kadar daha kaldı kızlarıyla beraber. Tam iyi olduğuna kanaat getirmeden dönmemişlerdi memleketlerine. Bu bir hafta zarfında, tam teşekküllü bir hastanede, tüm vücut taraması yapılmış, ama ciddi bir bulguya rastlanmamıştı. Fakat son bir aydır Dicle'nin mutsuz, tedirgin ve durgun olması, ara sıra burnunun kanaması ve en sonda bu olayın yaşanması, aslında ciddi bir durumunun olduğunu gösteriyordu.

***

2 hafta sonra Cumartesi sabahı

Tüm kızlar erkenden kalkıp, kahvaltı yapmak için dışarı çıktılar. Normalde hafta sonları kendileri evde kahvaltılarını yaparlardı. Ama bu cumartesi bir değişik olsun diye kahvaltıyı dışarı da yapacaklar ve gün boyu İstanbul'un güzel yerlerini gezeceklerdi.

Dicle bayağı düzelmişti. Hem ailesini görmesi, hem de doktorların verdiği ilaçlar iyi gelecek ki, son iki haftadır, herhangi bir olumsuz durum ile karşılaşmadı.

Anadolu yakasına geçip, feribotla Büyük adaya gittiler. Ağaçların arasındaki nostaljik evlerin, petrol kokusu olmayan ve faytonların gittiği, kenarları ağaçlarla çevrili yolların bulunduğu bu güzel yer, ziyadesiyle etkilemişti bu muhteşem dörtlüyü.

İlk önce denize nazir bir lokanta da balık yedikten sonra, faytonlarla zirveye çıktılar. Denizin ve ormanın bütünleştiği bu muazzam adaya daha önce hiç gitmemişler ve bundan dolayı kendilerine kızmışlardı.

''Canlarım, buraya sürekli gelelim mutlaka, çok sevdim adaları'' dedi Dicle. Dicle'nin gerçekten mutlu olduğunu görmek arkadaşlarını da mutlu etmişti. ''Tabi ki geliriz canım benim. Sen yeter ki iste.''

Evlerine döndüklerinde saat 22'ye geliyordu. Üstlerinde tatlı bir yorgunluk peyda olmuş, ama hiç biri bu yorgunluktan şikâyetçi değildi. Karınlarını doyurduktan sonra, kahvelerini alıp salondaki koltuklarına oturdular.

Ritüel yapılalı neredeyse üç hafta geçmiş, ama bu konu hakkında hiç konuşmamışlardı. Pınar, dayanamayıp söze girip, bir soru yöneltti arkadaşlarına.

''Siz ritüelden bir şey anladınız mı?''

Ayşe de bu konunun açılmasını istercesine, hemen cevap verdi; ''Ben bir şey anlamadım. Kimsenin geldiğini falan da görmedim. Samir sesli bir şeyler söyledi ilk önce, birisini çağırıyordu anladığım kadarıyla. Sonra susup beş dakika bekledik. Ardından gidip ışığı açtı ve ritüel bitti dedi.'' Bende gözlerimi açtım.

''Bizden başka uykuya dalan oldu mu'' diye sordu Bahtınur.

''Oldu canım'' dedi Ayşe. ''Sizden başka Cenk'in sınıfından bir kızda uyuya kalmış. İkiniz hafif seslenmeyle uyandınız, ama Dicle uyanmadı.''

''Peki sizler bir şeyler hissetiniz mi'' diye sordu Pınar.

Dicle başını öne eğerek, ''Evet'' diye cevap verdi. Üzülmüş, gözleri hafiften yaşarmıştı.

Pınar dayanamayıp, ''Nasıl hissettin canım'' diye sorunca Dicle sadece, ''Kuyu. Kuyu gördüm'' deyiverdi. Başka da bir şey söylemedi. Yaşaran gözlerinden yaşlar boşanmaya başlamıştı. Ardından müsaade isteyip odasına gitme üzere ayağa kalktı.

''Biraz yalnız kalsam iyi olacak, lütfen beni affedin'' dedi salondan çıkarken.

Odasından hıçkırık sesleri geliyordu, ama arkadaşları cesaret edip odasına giremedi.  

Can ile Nas'ın SavaşıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin