Bahtınur, şahit olduğu manzara karşısında şoka girmişti. Uzun zamandır merak ettiği kişi, şuan karşısında kanlı canlı duruyordu. Donup kalmış; Dili dönmüyor, hareket edemiyor sabit bir şekilde karşısındaki delikanlıya bakıyordu.
Kendini güç bela toplayıp konuşmak, rüyalarını ve hayallerini süsleyen ve duygularını işgal eden bu esrarengiz insanın kim olduğunu bilmek istiyordu. Karşısında dikilen ve ''Hoş geldin Bahtınur'' cümlesinden başka söz söylemeyen delikanlı, manalı gözlerle Bahtınur'a bakmaktaydı. İlk başta gülümseyerek kapıyı açan delikanlıdan eser kalmamıştı. Yüzündeki gülümsemesi ani olarak gitmiş, ciddileşmişti. Karşısındaki insanı, başkasına benzetmiş edasıyla susuyordu.
Bahtınur kendisini toparlayıp; ''Neden sustun. Kimsin sen, ismimi nereden biliyorsun'' diyebildi kısık sesiyle. Biraz duraksamadan sonra; ''Murat, yoksa sen misin, diyemeden gözlerinden yaşlar döküldü.
Delikanlı biraz daha Bahtınur'a bakıp hiç konuşmadı, sonra kulübeden dışarı çıktı ve yürümeye başladı.
Murat sen misin diye tekrarladı Bahtınur, arkasından delikanlıya seslenerek. Birkaç saniye sonra yine tekrarladı sualini. Hey sana diyorum! Kimsin sen, lütfen söyle merakta bırakma beni. Murat sen misin?
Delikanlı durmadan yürüyordu, belli bir mesafe daha gidince durdu. Bahtınur'un ısrarlı sorularına, arkasını dönmeden, de Bahtınur musun diye manalı bir cevap verdi, sonra hızlı adımlarla yürümeye devam etti ve gözden kayboldu. Kuzuları ve çoban köpeği de peşinden onu takip ediyorlardı.
Bahtınur bu sorunun anlamını kavrayamamıştı. Hayallerine giren, karşısına dikilen ve aniden kaybolan. Dağ başında, Murat şeklinde karşısına çıkan bu gencin kim olduğunu, ne için Murat şekline büründüğünü, (ya da öyle hissettiğini) neden aynı soruyu Bahtınur'a sorduğunu anlayamamıştı.
Evet Ben Bahtınur'um, keşke sende kim olduğunu söyleseydin ben adam diyerek yere, dizlerinin üzerine çöktü.
Yağmur aynı şiddetiyle devam ediyordu. Biraz önce gördüğü delikanlı da çoktan gözden kaybolmuştu bile. Yapacak bir şey kalmamıştı şimdilik. Havalar ısınmadan, okullarda kapanmadan bu sırrın çözülmesi imkânsızdı. Tek başına üstesinden gelebilecek kadar basit bir vakıa değildi bu yaşadıkları. Hem daha da karmaşık hal almaya başlamıştı. Her şey iç içe, Arapsaçı gibi karma karışıktı.
İçinde yanan ateşin üstüne kül atıp, gerisingeriye koşmaya başladı geldiği yöne doğru, fakat yağmurun ve rüzgârın etkisiyle koşmak imkânsızdı. Arasıra çakan şimşeğin ve düşen yıldırım sesi gelmeye, kulaklara zarar verecek derecede gürlemeye başlamıştı.
Onca gelinen yolun ve çekilen çilenin karşılığı koskoca bir hiçti. Kafasındaki soruların cevabını bulurum ümidiyle sarf ettiği çaba, yeni yeni soruların türemesine neden olmuştu.
Ben Bahtınur değil miyim? Evet oyum. Ama sen kimsin gizemli adam. Bana neden bu soruyu soruyorsun.
Son bir gayretle, yağmura ve rüzgâra, hatta havanın dehşet veren gürlemesine aldırmadan daha da hızlı koşmaya başladı. Kaç kere ayağı kaydı ve düştü. -Kaç yeri incindi bilinmez- Sonunda arabasının yanına varabilmişti.
Arabasına vardığında kuru bir yeri kalmayan Bahtınur; yanında getirdiği kuru elbiselerini, arabanın arka bölümünde değiştirdi. Bir müddet arabada soluklandıktan sonra yola koyuldu. Önünde 7-8 saatlik uzun bir yol onu bekliyordu.
İlk önce ailesine uğramaya niyetlendi. Bir bahane aradı, ama bulamadı. Sürpriz yapmak için geldim desem olur mu diye düşündü. Fakat, daha gecen hafta yanlarında olduğu için, mantıksız olurdu. Bir anda Mehmet hoca aklına geldi. Yanına gidip, o gördüğü kişinin kim olduğunu sormak istiyordu. Lakin oda olmazdı, uygun düşmeyebilirdi. Hiç sağa sola sapmadan İstanbul istikametine sürdü arabasını.
Yağmur devam ediyordu, hava sisli ve kapalıydı. Görüş açısı 10-15 metreye kadar düşmüştü. Yol boş olmasına rağmen hız yapamıyordu. Neredeyse üç saattir yoldaydı, fakat daha yolun büyük bir bölümü Bahtınur'u bekliyordu.
Biraz daha gittikten sonra; Yol kenarında küçük bir kuzunun otladığını gördü, sonra kuzuların üç tane olduğunu fark etti. Yanlarında beyaz bir çoban köpeği vardı. İyice dikkatini oraya verdiğinde; köpeği ve kuzuları tanımıştı. Bunlar, üç saat önce gördüğü köpek ve kuzuların ta kendisiydi.
Hemen arabayı yan tarafa park edip, kuzuların ve köpeğin olduğu yere doğru koşmaya başladı. Arada üç saatlik mesafe olması karşılık, bu hayvanları burada olması; onların ya ışınlandığını, ya da hayvan kılığına girmiş başka mahluklar olduğunu gösteriyordu. O delikanlıyı bir daha görebilmek uğruna, yaşayabileceği tüm felaketi göze almıştı.
Köpeğin ve kuzuların yanına yaklaşmaya çalıştıkça, onlar uzaklaşıyor, belli bir mesafeye ulaşınca duruyorlardı. Ne kadar gayret etse de, yaklaşamadı onlara. Etrafına göz gezdiriyor, sesleniyor, fakat delikanlıyı göremiyor ve sesini duyuramıyordu. En sonunda bu hayvanları yakalayamayacağını ve gizemli delikanlıya erişemeyeceğini anlayınca gerisin geri, arabasına döndü.
Hava iyiden iyiye soğumuştu. Arabasına biner binmez kontağı çevirdi, kalorifer'i açtı ve yola devam etti.
***
Eve vardığında saat gece yarısını çoktan geçmişti. Ev arkadaşları mışıl mışıl uyuyorlardı. Onları rahatsız etmemek adına ışığı bile açmadan direk odasına geçti. Haddinden fazla yorulan Bahtınur yastığa kafasını koyar koymaz uyumuş ve rüya âlemlerine geçiş yapmıştı.
***
Bahtınur, açılan kulübe kapısının arkasındaki kişinin Murat olduğunu görünce, sevincinden havalara uçacak gibi oldu. Evet, karşısındaki Murat'tı.
Murat, ilk gördüğünde sevinmiş, fakat bir şeylere gücenmiş gibi kendisini geri çekmişti. Yüzünde, sevinç ve hüznün bir arada olduğu bir duygu ifadesi vardı.
Bunu gören Bahtınur duraklayıp hüzünlendi, '' Murat, ben geldim sevinmedin mi. İşte buldum seni. Hem de ruhumla arayıp, kalbimle buldum'' dedi.
Murat hiçbir şey söylemeden duruyordu. Kulübeden çıkmıyor, fakat bir kelimede etmiyordu. Hüzünlü ve gücenmiş, birazda kırılmış gibi gözleri nemliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Can ile Nas'ın Savaşı
TerrorDaha önce okuduğunuz korku hikayelerini bir kenara bırakın... Korkuyla ümidin, sevgiyle nefretin içinde bulacaksınız kendinizi. Korkudan diliniz tutulurken, üzüntüden burnunuzun direği kırılacak.... Göz yaşlarına hakim olamayacaksınız. Çok yakınd...