Arkadaşları, Bahtınur'un içeride bulduğu sopayı biraz inceledikten sonra; canım, Murat büyük ihtimal bu mağarada kaybolmuş, ya da kaybolmadan önce bu mağaraya uğramış olmalı dediler.
Bahtınur tekrar mağaraya girmeye yeltendi, fakat telefonun ışığı yetersiz kaldığı için, yine beş altı metre mağara içlerine doğru yürüyen Bahtınur, geri gelmek zorunda kaldı.
Dicle; canım yetkili kişilere haber verelim onlar arasın, biz şuan girsek de bir şey bulamayız. Anlaşılan burası büyük bir mağaraya benziyor dedi. Haklıydı, orası dipsiz bir kuyuydu.
Yağmur dinmesiyle beraber oyuktan çıkıp yürümeye başladılar. Bahtınur'un aklı hep mağaradaydı; bir yolunu bulup kısa zaman sonra, tüm teçhizatla beraber bu oyuğa tekrar girecekti. Fakat, bu sefer tek gelmeyi planlıyordu.
Eve vardıklarında yemekler hazırlanmış sofra kurulmak üzereydi. Kızlar direk üst kata giderek üstlerini değiştirip geri geldiler. Baba ve Dedenin de akşam namazından dönmesiyle beraber yemekler sofraya kondu ve yenmeye başlandı. Annesi, kızının en sevdiği yemekleri yapmıştı yine. Güzel yemeklerin, ardından demli çayların içilmesiyle ve sohbetlerin edilmesiyle beraber, o günde bitmiş oldu.
Bahtınur ve arkadaşlarının planlarına göre, yarın öğlen gibi yola çıkmayı kararlaştırmışlardı. Fakat Bahtınur, mağarada bulduğu sopayı dedesine ve Mehmet hocaya göstermeye niyetliydi. Bu yüzden ya akşam, ya da öbür gün yola çıkmak niyetiyle programlarını değiştirdiler.
Osmanlıca biliyordu Bahtınur, ama sopa üstündeki yazı çok ayrıntılı ve işlemeli olarak yazıldığından, ne yazdığını çözememişti. Gece herkes uyuduktan sonra, elindeki sopayla beraber dışarıdaki çardağa gitti, dedesi her zamanki gibi kuran okuyordu. Ses çıkarmadan bir köşe oturdu ve dedesini dinlemeye başladı.
Dedesi sayfayı bitirdikten sonra, Kuranı kapatıp her zamanki dolabının içine koydu. Hoş geldin torunum, yine uyku tutmadı herhalde, dedi.
Bahtınur, dedesini çok seviyordu. Fakat her defasında dedesinden utanıyordu da. Çünkü böyle dindar bir insanın torunu, ateist olmuştu. Onu, buna zorlayan bir şey vardı. Lakin neyin zorladığını çözememişti.
Bahtınur, elindeki sopayı dedesine göstererek; Dedeciğim sizden habersiz Murat'ın kaybolduğu yere gittik bu gün. O yüzden biraz mahcubum ve özür dilerim.
Konuşmasına devam etti:
Bu sopayı rüyada gördüğüm yerde buldum. Rüyamda sık ağaçlar vardı, içinde de bir kulübü. Fakat kulübenin yerinde bir oyuğun olduğunu gördük. Oyuktan içeri girdim. Meğerse koskoca bir mağaraya açılan bir kapıymış. Beş altı metre ilerledikten sonra, ayağıma bu sopa takıldı. Bu sopayı daha önce Murat'ın elinde görmüştüm. Ne dersin dede, Murat mağarada mı kaybolmuştur.
Dedesi, sopayı eline alarak incelemeye başladı. Üstündeki yazıyı okudu. Eşsiz bir hat ile yazılan yazının anlamı; Bedeninle değil, ruhunla ara beni. Gözlerinle değil, ancak kalbinle görürsün...
Bahtınur, sopanın üstündeki yazıyı duyunca şok olmuştu. Bu söze benzer bir sözü, Murat daha önce rüyasında da söylemişti.
Murat, değişik yollardan Bahtınur'a mesaj gönderiyordu anlaşılan. Peki, ruh ile arayıp, kalp ile görmek nasıl olacaktı acaba.
Dedesi; torunum bazı veliler, deliliği kendisine perde yapar. Onları meczup zannedersin, ama onlar velidir. Murat'ı ben tanımıyorum, fakat anlaşılan Muratta sıradan bir insan değilmiş, diye lafa girdi. İstersen sabah olunca tekrar Mehmet hocanın yanına gidelim diye lafını tamamladı.
Aslında Bahtınur da Mehmet hocanın yanına gidip, Murat'ı sormak istiyordu. Tamam dede, yarın Mehmet hocanın yanına gidelim dedi ve dedesinin yanından ayrılıp odasına çıktı.
Arkadaşları mışıl mışıl uyuyordu. Sopayı yanına koyup yatağın içine girdi. Birkaç kez sopaya baktıktan sonra uyuya kaldı.
Sabah saat 9 gibi uyandı Bahtınur. Annesi kahvaltıyı hazırlamış ve kızlarında uyanabilmesi için onlara sesleniyordu. Enfes kahvaltıdan sonra, dedesi ve üç kız arkadaşıyla beraber Mehmet hocanın evine gittiler. Bahtınur bu sefer korkmuyordu, hatta sobayı göstereceği içinde mutluydu. Üç arkadaşı, Mehmet hocanın geniyle beraber yan odaya geçtiler.
Mehmet hoca sopayı büyük bir hayranlıkla inceledi. Üstündeki yazıdan başka, yan yana ve aralarına nokta konulmuş, birkaç tane harf gözüne çarptı. Arapça harflerle; C. Ç. M. Yazıyordu. Mehmet hoca sakallarını ovarak biraz düşündü. Sopa sıradan bir ağaç parçasıydı. Üstündeki yazıyı da hat sanatında uzman herkes yazabilirdi. Lakin Murat sıradan bir insan değildi.
Kızım önceleri, bu bahsettiğin yerlerde, tefekkür etmek için torunumla beraber gezerdim. Muratta gündüzleri oralarda koyunlarını ve kuzularını güderdi. Dış görünüşü bir meczuba benzer evet, ama iç dünyasını çözmek zordu. Okuması yazması olmayan birisiymiş, fakat gece yarıları yanık sesiyle kuran okur, bazen de birileriyle konuşurmuş gibi, belagatlı bir şeyler söylerdi.
Bir defasında bunu dinlemek için yanına usulca yaklaşıp, bir kayanın arkasına gizlendim. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Ragaip kandili olduğu için, geceyi orada geçirmeye karar vermiştik.
Murat, yüksek bir yere çıkmış bir şeyler söylüyordu, ama tek başına, etrafta kimseler görünmüyordu. Beni görmesine imkan yok. Ama konuşmasını bıraktı ve ben geri gidene kadar konuşmadı.
Üç harflilere hitap etmiş olabilirmi diye düşündüm. Fakat hiç birini göremedim. Ya Murat gerçekten deli ve kendi kendine konuşuyordu. Ya da hitap ettiği mahlukların enerjileri, benim göremeyeceğim kadar büyüktü.
Bu anlattığım nerden baksan altı-yedi yıl önceydi. Artık yaşlandığım için gidemiyorum.
Bu olaydan sonra onu araştırmak istedim. Çünkü sıradan birisi olmadığını anlamıştım. Kimi araştırmaya kalksam, emrimdeki hüddam cinleri bülbül gibi öter, bahsi geçen kişinin her türlü yönünü anlatırlardı. Fakat Murat hakkında bir kelime bile etmediler. Ondan sonrada hiç üstüne düşmedim. Zaten Muratta birkaç yıl sonra kaybolup gitti.
Peki, bu sopadaki yazılar neye işaret olabilir. Buradaki kişi, yani aramasını istediği kişi ben miyim?
Öyle görünüyor kızım. Manevi olarak değişmen lazım. Kalp gözün açılmalı ki, anca öyle görürsün. Bu da nefse zor gelir. Ama daha başka ipucular bulacaksın diye ümit ediyorum. Zamanla tüm soruların cevabı çıkacaktır inşallah.
İnşallah dedi Bahtınur. Bu kelimeyi uzun zamandır kullanmamıştı.
Ardından sofralar kurulup yemekler yenildi. Çayın ardından müsaade isteyip Mehmet hocanın yanından ayrıldılar.
Ertesi gün sabahı ayrılık vakti gelmişti. Uzun uzun sarıldıktan sonra ailesinden ayrıldı Bahtınur. Psikologun tavsiye ettiği gibi, ailesi iyi gelmişti ona. Hem ailesiyle hasret gidermiş, hem de, elinde sımsıkı tuttuğu sopayı bulmuştu. Hem mutlu, hem mahsundu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Can ile Nas'ın Savaşı
TerrorDaha önce okuduğunuz korku hikayelerini bir kenara bırakın... Korkuyla ümidin, sevgiyle nefretin içinde bulacaksınız kendinizi. Korkudan diliniz tutulurken, üzüntüden burnunuzun direği kırılacak.... Göz yaşlarına hakim olamayacaksınız. Çok yakınd...