Dicle'nin anlattıkları, Bahtınur'u derinden etkilemişti. Canı kadar sevdiği arkadaşının boynuna sarılıp; ''Yazın beraber gider iyice kontrol ederiz canım. Üsteki tahtaları da kaldırır, kuyunun içine de bakarız. Yeter ki sen üzülme'' diye teselli etti. Aslına yaz tatilinde yapacağı bayağı işi vardı Bahtınur'un. Önce kitabı bulduğu oyuğu araştırıp, Murat'a ait ipuçları arayacak, sonra Çanakkale mezarlığındaki, mezarcı dedenin bahsettiği kişiyi bulacaktı.
Arkadaşının boynuna daha sıkı sarılıp; ''Sen hiç merak etme,'' diye yineledi Bahtınur sözlerini.
Dicle'nin gözleri tekrar dolmuş ve sessiz bir şekilde ağlamaya başlamıştı.
''Canım asıl beni üzen başka şeylerde var,'' dedi Dicle, gözyaşlarını silip, Bahtınur'un gözlerine bakarak.
''Teyzemin sevdiğinin olduğunu, Teyzem kaybolduktan kısa süre sonra, sevdiği kişinin de öldüğünü söyleyen o yaşlı kadını, ileriki yıllarda tekrar görüp, yine aynı soruyu sordum. İyice yaşlanmıştı. -Yeter bu kadar sakladığım- der gibi bir tavırla söylemişti bunları. Benimle konuştuktan kaç ay sonra da vefat etti.''
Ne dedi canım, başka bir şey söyledi mi sana teyzenle ilgili, diye sordu Bahtınur.
Dicle biraz duraksadıktan sonra anlatmaya başladı. ''Anne tarafım ile, teyzemin sevdiği oğlan tarafı kanlı bıçaklıymış uzun yıllar boyunca. Teyzem ne kadar yalvarsa da vermemişler sevdiğine. En sonunda kaçacaklar iken...'' Dicle burada durmuştu. ''Canım, gerisini anlatmasam olur mu'' dedi.
Bahtınur, ''tamam canım, sen bilirsin'' diye cevap verdi Bahtınur. Aklına bazı şeyler gelmiş, ama inanmak istememişti.
Birkaç dakika sonra dayanamayıp ve Bahtınur'un meraklı ve üzgün bakışlarına kıyamayıp anlatmaya devam etti; ''o yaşlı teyzenin dediğine göre teyzemi, babası, yani dedem, kuyuya atmış'' deyiverdi.
Bahtınur, ne diyeceğini bilemedi. Dicle'nin hürgür hüngür ağlamasının nedeni şimdi ortaya çıkmıştı. Canı kadar sevdiği ailesine asla toz konduramazdı, ama ölmek üzere olan bir insanda durduk yere yalan söylemezdi.
''Canım, annemden veya ailesinden, teyzemle ilgili hiçbir anı veya resim benzeri bir şey duymadım ve görmedim. Doğru dürüst aramamışlar bile kaybolduğu zaman. Sanki teyzemi bir an evvel unutmayı istemişler gibi davranılmış. 17 yaşına gelmiş bir kızın hiç mi resmi olmaz, hiç mi bir hatırası bulunmaz evde.
Hatta 60 sene önce dedemin askerdeyken yazdığı mektupları bile duruyor evimiz de. Ama onun hiçbir hatırası yok'' dedi ve ağlamaya devam etti.
Bahtınur söyleyecek bir kelime bulamamıştı. Birkaç kere yutkunduktan sonra; ''canım belki yaşlı kadın yalan veya yanlış söylemiştir, belki yaşlılığın verdiği unutkanlık ve bunamadan dolayı yanılmıştır. Hemen suçlama aileni'' diye teselli etmeye çalıştı ağlamaya devam eden arkadaşını.
''Bende aynı şeyi düşündüm canım o ana kadar. Yaşlıdır, yanılmıştır, yanlış duymuştur diye düşünüyordum. Ama gördüğüm en son ayrıntı, her şeyin cevabını veriyor gibiydi.''
''Ne ayrıntısı canım'' diye sordu Bahtınur.
''Canım, teyzem kuyuya atlarken ağlıyordu. Elleri bağlıydı, her tarafında kanlar vardı. Ona yetişemedim, onu kurtaramadım. O aralıktan baktıktan, yani davul sesleri duyduktan sonra, korkudan sırt üstü yere düştüm. Ayağa kalktığımda, kuyunun diğer tarafında birisini gördüm. Elinde, teyzemin eline bağlı ipin aynısı vardı. O ipte kanlıydı.''
''O kişinin kim olduğunu biliyor musun peki canım'' diye sordu Bahtınur.
''Tahmin ediyorum canım.''
''Kim olabilir canım'' diye sorusunu yineledi Bahtınur.
''Dedem ben doğmadan önce ölmüş, ama resimlerinde tanıyorum. Evet, o kişi dedemin ta kendisiydi,'' diye cevap verdi Dicle.
***
Güneş doğmak üzereydi, ama Bahtınur hala uyuyabilmiş değildi. Aslında gözlerinden uykular akıyor, fakat uyuyamıyordu. Dicle'nin iki saat önce anlattıklarını düşünüyor, bir yere varamıyordu. Sanki kız, kırk beş sene önce cereyan etmiş olayı, tekrar yaşamıştı. Yaşlı kadının dedikleri doğru, gördüğü manzara gerçekse, yaşanmışsa eğer, teyzesinin katili dedesiydi. Birbirini çok seven insanları ayırmak için, öldürme yoluna gidilmişti.
Bahtınur, biraz daha yatakta debelendikten sonra uyuya kaldı. Uyandığında saat öğlen bire geliyordu. Uyanmasına sebep olan da, oda kapısının tıklanıyor olmasıydı.
''Canım, uyandın mı?'' Kapıyı tıklatan Dicle'ydi. ''Kızlar kahvaltıyı hazırlayıp okula gitmişler. Hadi kahvaltımızı yapalım.''
Kahvaltıdan sonra Bahtınur, Dicle'ye; ''Canım, Hızır dedenin yanına gidelim mi? Bu yaşadıklarımızın bir açıklaması olmalı. Hızır dedeye sorup, öğrenmeye çalışalım, o mutlaka biliyordur'' diye sordu. Dicle'de öyle düşündüğü için gitmeye karar verdiler.
Sahaf dükkânına vardıklarında, Hızır dede içerdeydi. Yine aynı sevecen tavırla kızları karşılayıp çay ikram etti.
''Hoş geldiniz güzel kızlarım, nasılsınız,'' diye sordu Hızır dede. Fakat iyi olmadıkları belli oluyordu, Hızır dede de anlamıştı.
Bahtınur ve Dicle, yaşadıkları tüm olayları başta sona anlattıktan sonra; ''Hızır dedem, Cin çağırma ritüelinde, bu kâbusları görmek normal mi'' diye sordular.
Hızır dede cevap vermeden, yerinden kalkıp arkadaki rafların oraya gitti ve tozlu bir kitap getirdi.
Elindeki tozlu kitabı kaldırarak; ''sorunuzun cevabı burada olabilir'' dedi. 17. Yüzyılda Persli bir âlim tarafından yazılmış bu kitapta; Cin çağırma nasıl yapılır, çağırma esnasında neler olur, cin geri gider mi, musallat olur mu? Bu tür konular yazılıydı.
Hızır dede bir yeri açtı ve okumaya başladı.
Ukbe bin Ebî Muayt, Hz Muhammed zamanında yaşamış, din düşmanın önde gidenlerinden birisiydi. Özellikle azılı kâfir Cin padişahları, evlatlarına, Ebu Cehil, Ebu Leheb ve bunun gibi isimler takıyorlardı.
Ritüel esnasında, kişi uyku haline geçer, (buna Arasat denir, yâri uyku, yarı uyanıklık) bir takım şeyler görürse, üstünde bir Cin baskısı olması muhtemeldir. Gördüğü şeyler boşu boşuna görülmüş şeyler olamaz. Cinler uzun yıllar yaşadıklarından dolayı, geçmişi çok iyi bilirler, ama gelecek ilgili bilgileri yoktur.
İnsan ölür, ama üstündeki musallat bitmeye bilir. Evladına, torununa veya daha ileriye kadar gidebilir.
Hızır dede daha fazla okumak istemeyip kitabı kapatmıştı. Çünkü karşısındaki Dicle Bahtınur etkilenmeye başlamıştı. Bahtınur'un dedeleri hüddamdı, onların öcünü Bahtınurdan almak isteyebilirlerdi. Dicle'nin yaşadığı olay ise tamamen farklıydı. Büyü veya musallat değildi, ama daha önceki olaylara şahit olmuştu.
Hızır dede kitabın tekrar açıp, son sayfalardan kısa bir cümle okudu. Ritüelden etkilenmeyen insanlarda bir tesir olmadığı anlaşılır. Tesir altındaki kişiler yaşadıklarını, diğerlerine anlatmamasında yarar vardır.
''İyi ki Ayşe ve Pınar'a anlatmamışım'' dedi Dicle, Hızır dedenin yanından ayrılıp, arabalarına binerken.
''Evet canım. Onlara anlatmayalım. Sadece ikimiz bilelim ve birlikte çözelim'' diye karar kıldılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Can ile Nas'ın Savaşı
HororDaha önce okuduğunuz korku hikayelerini bir kenara bırakın... Korkuyla ümidin, sevgiyle nefretin içinde bulacaksınız kendinizi. Korkudan diliniz tutulurken, üzüntüden burnunuzun direği kırılacak.... Göz yaşlarına hakim olamayacaksınız. Çok yakınd...