Sabaha kadar gözüne uyku girmedi Bahtınur'un. Mesaj gelen numarayı defalarca aradı, arka arkaya mesaj gönderdi. Ama bir faydası olmadı. Kapalıydı telefon, ulaşılamıyordu. Hatta böyle bir numara yok yanıtını alıyordu her aradığında.
Neredesin, kimsin. Neden ben arayınca ulaşamıyor, sana mesaj gönderemiyorum.
Normal birisi girmeyecek mi hayatıma diyerek sinirlendi hafiften. Sonra siniri hüzne dönüştü. Aslında İstanbul'a gitmekte istemiyordu. Korkuyordu, ama kişiliğiyle hemhal olmuş merak duygusunun önüne de geçemiyordu.
Birkaç gün için İstanbul'a gitmeye karar verdi.
Hemen yarın. Yok olmaz, Cuma günü gelsin, şu yemek alan kişiyi tekrar göreyim. Belki iki kelam eder, belki bir ipucu verirde, sarpa saran bu olayların çözümü için bir yararı olur.
Söyler mi hiç, beni deli etmek için resmen sıraya girmiş hepsi. Biride bir açık versin, kolaylaştırsın işimi. Yok zinhar...
***
Sabah annesi uyandırmaya geldiğin de daha yeni uyumaya başlamıştı Bahtınur. Annesine, biraz daha uyumak istediğini, gece film izlediği için geç uyuduğunu söyledi. Annesi olur kızım diye geri döndü.
Annesini çok seviyordu Bahtınur, her dediğini yapar ikiletmezdi. Bu sefer istemeden kırdığını, sözüne uymadığını düşündü. Hemen yüzünü yıkayıp aşağıya indi. Canım annem kırmadım değil mi seni, diye sordu üzgün bir şekilde.
Annesi; Ne kırması kızım benim, diye cevap verdi.
Beraber kahvaltı yaptılar. Ama sonra yine dayanamayıp yukarı çıktı Bahtınur ve akşama kadar uyudu.
Ertesi sabah, yani Perşembe sabahı erkenden kalkıp ailesiyle beraber kahvaltıya oturdu. Birkaç gün için İstanbul'a gideceğini, sonra geri döneceğini söyledi annesine. Annesi üzüldü ama belli etmedi. Tamam kızım, işini hallet geri gel, dedi.
Kahvaltıdan sonra Zühre'yi de alıp dükkâna geçtiler. Zühre bayağı kavramıştı işleri, tek başına dükkânı döndürebiliyordu artık. Öğlen yemeğine kadar Zühre'ye yardım ettikten sonra diğer arkadaşlarının yanına gitti. Akşama kadar gezip tozdu arkadaşlarıyla beraber. Sonra akşam vakti kapanma zamanına yakın dükkâna uğrayıp Zühre'yi aldı ve evine bıraktı.
Yarın büyük gündü Bahtınur için, bu sefer daha dikkatli olacak, yemek almaya gelen kişiyi kaçırmayacaktı. Cumartesi günü sabahleyin de yola çıkarım diye karar verdi.
Gece yatmadan önce, şu ulaşamadığı numarayı tekrar aradı. Lakin yine ulaşamadı. Telefonu komedinin üstüne bırakıp uyumaya çalıştı. Fakat uyku bir türlü tutmuyordu Bahtonır'u. Hem Cuma vaktini düşünüyor, yemek alan kişiyle nasıl konuşurum diye plan yapıyor. Hem de İstanbul'da ne ile karşılaşacağı hakkında fikir yürütüyordu.
Normal bir halde, düzgün bir şekilde karşılaşmak mümkün değildi bunlarla. Ya dağ başında arabanın tekeri patlayacak, korkunç bir ses ile bir hayvan üstüne koşacak; ya da deniz orasında mahsur kalıp, boğulmak üzereyken seni kurtaracak... Çok garip değil mi, hiçbir normal olay geçmiyor başımdan.
Yatağından doğrulup pencereden dışarı baktı. Dedesi yine çardaktaydı ve muhtemeldir ki kuran okumakla meşguldü. Yanına gitmek istese de vazgeçti. Uykusu gelmeye başlamıştı. Uyudu ve rüya görmeye başladı. Karmaşık bir rüyaydı...
***
Tanıdık bir yerde, ağaçların arasında yürüyordu Bahtınur. Koyun ve kuzu sesleri bir birine karışmış, çan sesleri bu seslere eşlik ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Can ile Nas'ın Savaşı
TerrorDaha önce okuduğunuz korku hikayelerini bir kenara bırakın... Korkuyla ümidin, sevgiyle nefretin içinde bulacaksınız kendinizi. Korkudan diliniz tutulurken, üzüntüden burnunuzun direği kırılacak.... Göz yaşlarına hakim olamayacaksınız. Çok yakınd...