Bahtınur, sabah Dicle'nin sesiyle uyandı. ''Canım, kalkabilecek misin, kahvaltı hazır.''
Saat, öğleden önce onbire gelmişti.. Sanılanın aksine, rüyası dış müdahale ile yarıda bölünmemiş, kendiliğinden bitmişti. Rüyayı tam hatırlayamasa da, şu sözü hiç unutamayacaktı.
Bul beni... Ama kalbin kararmamış, ruhun tutsak olmamışken bul...
Enfes bir kahvaltının ardından herkes okullarına gitti. Bahtınur yaşadıklarını üstün körü anlatsa da pek ayrıntıya girmedi. Akşam anlatırım diyerek geçiştirdi. Yaşadıkları şeyin, inanması imkânsız olaylar olmasından ötürü, delirdiğini zannederler diye çekiniyordu.
Okul çıkışı Tansel'le beraber doyasıya gezip eğlendiler. Her geçen gün daha da çok seviyordu Tanseli, ama Samet'e olan tutkusu da aynı oranda artıyordu.
''Kolyeyi neden çıkardın Bahtınur'' dedi Tansel, hediye ettiği kolyeyi Bahtınur'un boynunda göremeyince. Bahtınur sabah banyoya girerken çıkarmış ve takmayı unutmuştu. Mahcup bir ifadeyle; ''Özür dilerim, banyodan çıkınca takmayı unutmuşum''
Hediye edildiğinden bu yana birkaç kere çıkarmıştı boynundan kolyeyi; Geceleri parlayan, özenle mavi mercan taşlarıyla süslenmiş, insanı kendisine hayran bırakan bir ağırlığı vardı kolyenin.
Tansel biraz kırılmış olsa da, sonunda gülmüş ve tatlıya bağlanmıştı mevzuyu.
Fazla geç olmadan Tanseli evine bıraktı ve evine, arkadaşlarının yanına döndü. Evde arkadaşları özel koltuklarına kurulmuş çay içiyorlar ve günün kritiğini yapıyorlardı.
Bu dört arkadaş, arkadaştan öte kardeş gibi ısınmışlardı birbirlerine; Hepsi de güzel ve zeki, varlıklı ailelerin çocuklarıydı. Fakat ne yazık ki, üniversite ortamına girmeleriyle ve arkadaşlarının telkinleriyle –zaten zayıf olan- imanlarını yitirmiş, Allah'ı tanımaz insanlar şeklini almışlardı. Aşırı bir ideolojileri yoktu elbette, ama mason ruhlu arkadaşlarının yüzünden, o minvalde ilerliyorlardı.
''Ne yaptın canım, nasılsın'' diye sordu Pınar. Bahtınur, gece gördüğü rüyanın etkisiyle hüzünlü görünüyordu.
Canım bir şey mi oldu. Lütfen anlatır mısın yaşadıklarını, merak ediyoruz, kıyamam sana''
Bahtınur, sabahleyin yüzeysel anlattığı olayları ''Dün sizden habersiz Muğla'ya, oradaki mağaraya gittim'' diye ayrıntılı olarak anlatmaya başladı.
''Mağaraya en yakın köye park ettim arabayı ve yürümeye başladım. Elimde mağarada bulduğumuz, Murat'ın sopası da vardı.
Hafiften yağmur yağıyordu. İlk önce mağaraya girdim, yine fazla ilerleyemeden geri dönmek zorunda kaldım. Mağara çok büyük, hatta tahmin edemeyeceğiniz kadar büyük, ilerledikçe sağa ve sola ayrılan yollar bile var içinde.''
Kızlar hayretler içinde dinliyordu.
Bahtınur yerinden kalkıp ''bir saniye geliyorum'' diyerek odasına koştu. Elinde eski bir defter veya kitaba benzer bir şeyle geri döndü. ''Mağaranın içinde ayağıma bir şey takılmıştı, eğilip aldım.''
Ayşe büyük bir merakla; ''Ayağına ne takıldı canım'' diye sordu.
Bahtınur elindeki defter veya kitaba benzer şeyi kaldırıp ''işte bunu'' dedi. Elindeki defterin içinde bilinmeyen dilde bir şeyler yazılıydı. Onlarca da çizimler ve şekiller vardı. Ayşe defteri iyice inceledi, sonra Pınar ve Dicle de inceledi. Lakin hiç biri bir şey anlamamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Can ile Nas'ın Savaşı
TerrorDaha önce okuduğunuz korku hikayelerini bir kenara bırakın... Korkuyla ümidin, sevgiyle nefretin içinde bulacaksınız kendinizi. Korkudan diliniz tutulurken, üzüntüden burnunuzun direği kırılacak.... Göz yaşlarına hakim olamayacaksınız. Çok yakınd...