Bölüm 18-3

111 8 20
                                    

Ertesi sabah Cumartesi günü yine Zühre'yi alıp dükkânın yolunu tuttular.

Bu sefer gece rüya falan görmedi Bahtınur. Erkenden sabah namaz vakti kalkmış ve yine sabah namazını eda etmişti.

Canım, plastik kaptaki yemeğinin üstünü kapatıp buzdolabına kaldırmıştım. Sen alıp bir yere koymadın değil mi? diye sordu Bahtınur.

Bahtınur dün alınmayan yemeğin üstünü kapatıp dolaba kaldırmıştı. Fakat dolapta koyduğu yerde yemeği bulamadı.

Zühre yemeğin dolaba konulduğundan bile haberi yoktu. Hayır canım hiç dokunmadım ben diye cevap verdi. Normalde artan yemekleri dükkânın önüne gelen sokak hayvanlarına veriyorlardı.

Bir çılgınlık yapmayacaksın değil mi diye sordu Zühre Bahtınur'un yanına yaklaşıp. Yemeği ne için sorduğunu anlamıştı.

Aslında yapmayı planlıyordum canım. O gelmediyse, ben götürüp verecektim yemeğini diye cevap verdi Bahtınur.

Peki nereden bulursun onu, yeri yurdu belli değil ki canım benim. Dağ başında olacağı ne malum diye devam etti Zühre.

Haklısın canım boşver.

Sonra birkaç müşteri girdi dükkâna. Sonra başka müşteriler. Konu dağılıp gitti.

Dede cumartesi günleri dükkâna pek uğramazdı. Kızlarda Cumartesi günü yemek hazırlamaz dışarıdan söylerlerdi.

Canım bu gün sulu yemek değil de, kebap gibi şeyler yiyelim mi diye sordu Zühre'ye.

Tamam canım benim, sen nasıl istersen.

Bahtınur kebap yaptırmak üzere dükkândan ayrılıp, yarın saat sonra dükkâna geri döndü. Elinde iki poşet verdi. Poşetin birinin içindeki kebapları güzelce yediler. İkinci poşetin ağzını bağlayıp çantasına koydu.

Canım bana biraz müsaade eder misin? Emaneti verip geleyim dedi Bahtınur, elindeki poşeti göstererek.

Zühre gülümseyip ve tedirgin bir halde; tamam canım. Ama dikkat et lütfen dedi arkadaşına.

Bahtınur kararlıydı. Dünkü hatasını telafi etmek istiyor; yaptırdığı ekmek arası köftelerini, yemek almaya gelmeyen kişiye bizzat kendi götürmek istiyordu.

Benim yaptığım hata değildi ki, o gelmedi yemeği almaya. Her zaman olduğu gibi yemeğini hazırlayıp, her zamanki yerine koymuştum. Peki, onu izlediğimi, onunla konuşmak istediğimi... Allah rızası için değil de, onun görmek için yemeği masaya koyduğumu anlamış olabilir mi?

Evet hatalıyım. Niyetim onu görmek, soru sormaktı.

Bahtınur yol boyu kendisiyle çelişip, didişip durdu. Kâh hak veriyor kendisine, mazur görüyor yaptıklarını, Kâh kendisini suçluyordu.

Nihayet köye varıp arabasını tenha bir yere park etti ve yürümeye başladı. Sportif vücudu, dağlarda yürümesine fırsat veriyordu. Normal biri olsa üşenir çıkamaz, tek başına dağda gezmeye korkardı. Ama Bahtınur farklıydı. Çocuğundan gelen macera sever yapısı, bazı hislerinin gelişmesine neden olmuştu.

Kırk, kırk beş dakika yürüyüşten sonra kuytunun bulunduğu bölgeye vardı. Hava güneşli, fakat hafiften rüzgârlıydı. Güneş tenini yakıyor, rüzgâr yüzünü okşuyordu.

Biraz daha yürüyüp kuytunun önüne kadar geldi.

***

Bu kuytu ağzı küçük, içi devasa bir mağaranın girişiydi. Bu mağarayı, bölgenin insanlarının bile bildiğinden emin değildi Bahtınur. Kendisi de tevafuk bir şekilde bulmuştu burasını. İçi karanlıktı burasının. El fenerlerin ışıklarını emen bir mekanizma vardı sanki içerisinde. El feneri önünü bile aydınlatmıyordu. Giriş bölümü neyse de, ama ilerleyen yerlere girmek çok zordu.

Can ile Nas'ın SavaşıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin