Bölüm 3-2

994 48 28
                                    

Bahtınur, etrafı yemyeşil ağaçlarla çevrili bir dere kenarında oturmuş, karşısındaki kişinin yaptığı komik hallerine bakıp, gülüyordu.

Altı arkadaşıyla beraber piknik için güzel bir yer seçmiş, etlerin pişmesi için, mangal yapan arkadaşına yardım ediyordu.

Cumartesi veya Pazar günlerini evde geçirmez; Ya denize girer, ya da şuan yaptığı gibi, ağaçlık bir mesire ortamında piknik yapıp, kitap okurdu. Bu pazar tatilini de burada değerlendirmek istiyordu.

Bu yere ilk defa gelmişti Bahtunur. Daha önce gittikleri ortamlardan daha güzel görünmüştü gözüne.

Bulundukları mekân, Muğla'ya bağlı bir köydü. Dağın yamaçlarında bulunan bu köy, tamamı tarım ve hayvancılıkla uğraşan insanlarla doluydu. Denize bayağı uzak olduğu için, pek yabancı turist gelmez, çoğunlukta yerli halktan ibaretti. Bahtınur ve arkadaşları piknik yapmak için bu tür yerleri tercih eder, pazar günlerini bu şekilde değerlendirirlerdi.

Mangalda pişen etler yenildikten sonra, doğa yürüyüşü maksadıyla biraz yukarılara doğru çıkmaya karar verdiler. İkişer gruplar halinde geziyorlar, dar patika yollardan yukarılara çıkmaya çalışıyorlardı.

Yukarılara çıktıkça, bulundukları bölgenin daha da güzel olduğunu anladılar. Az ileride yemyeşil ovalar, onu kucaklayan çam ağaçları ile muazzam güzel bir yerdi burası. Ama yukarılara çıktıkça rüzgâr şiddetini arttırmış, üşümesine neden olmuştu.

Altı arkadaş, ikişer grup halinde, birbirinden kopuk bir vaziyette ve farklı bölgelerden çıkmaya başladılar. Bahtınur'un yanındaki arkadaşı Merve, daha fazla dayanamayıp geri dönmeyi istedi. Fakat Bahtınur biraz daha yükseklere çıkmak niyetindeydi.

Az ileride, Merve gibi geri dönmeye meyil etmiş, iki arkadaşını gördüler. Merve onlara takılıp geri döndü, ama Bahtınur, biraz daha yukarılara çıkıp, etrafı izlemek istiyordu. Tek başına çıkmaya devam etti.

Az bir zaman sonra, Merve ve diğer iki arkadaşı gözden kayboldular, Bahtınur'da yukarılara çıkmayı sürdürdü. Bayağı bir yürüdü, yürüdükçe yoruluyor ve üşüyordu. Bir ağacın altında dinlenmeye karar verdi.

O kadar çok yorulmuştu ki, ağacın gövdesine yaslandığı anda kendinden geçti ve uyuya kaldı. Daha sonra, büyük bir ses ile kendisine geldi. Bu ses gök gürültüsü idi. Bulutlar kararmış ve yağmur damlalarını bırakmaya başlamıştı.

Duyduğu yıldırım sesi, zaten korkmasına yetmişti Bahtınur'un, birde bulunduğu yere şimşek düşme ihtimali, daha da korkmasına neden oluyordu.

Ağacın altından kalkıp, boş bir arazı bulurum belki diye etrafına baktı. Ama boş bir arazı yoktu, her taraf ağaçlar ile kaplıydı. Yağmur şiddetini artırmış, 2-3 dakika içinde sırılsıklam etmişti Bahtınur'u.

Büyük bir korku ve üşüme hissiyle aşağılara doğru koşmak istedi, fakat yağmurun etkisiyle yerler kaygan olmuş; bırak koşmayı, yürümeyi bile zor hale getirmişti. Hatta birkaç adım atmadan ayağı kaymış ve düşmüştü.

''Ne yapacağım Allah'ım, yardım et bana.''

Şöyle etrafına bir daha bakındı, az ileride başka bir patika yolun olduğunu fark etti. Bu yol direk aşağıya değil de, yan tarafa doğru gittiği için fazla dik değildi. O tarafa gitse de ayağı kaymaz ve düşmezdi. Belki barınacak bir yer bulurum ümidiyle, o tarafa doğru koşmaya başladı.

Yağmurun şiddeti gittikçe artıyor ve yıldırım sesleri de bitmek bilmiyordu. Var gücüyle koşan Bahtınur, ''İnşallah kurtulurum'' diye Allah'a dua ediyordu. İmanı pek sağlam olmasa da, yumurta sıkıya gelince hatırlamıştı yaradanını.

Artık nefesi kesilmiş, koşmaya dermanı kalmamıştı. Yere çömelip ağlamaya başladı. Ağlamanın fayda vermeyeceğini anlayıp tekrar koşmaya başladı. Biraz daha koştuktan sonra, az ileride, ağaçların arasından dumanlar çıktığını gördü.

Bu dumanlar, düşen şimşeklerde dolayı yanan ağaçların dumanı olabilirdi. Hemen arkasını dönüp ters yöne koşmaya başladı. Ama sonra durdu, belki bir kulübe vardı orada. Eğer varsa kurtulurum dedi ve dumanların tüttüğü yöne tekrar koşmaya başladı.

Dumanlar, ağaçların ortasında ufak bir kulübeye aitti. Kulübenin yanında da, 30-40 civarı koyun, 3 tane kuzunu ve bir tane beyaz çoban köpeğinin olduğu kapalı bir alan vardı.

Bahtınur bunu görünce hem sevindi, hem de tekrar korkmaya başladı. Çünkü 15 yaşında ki bir kızın, Ormanda tek başına bulunması, kötü ruhlu insanlar için bulunmaz bir nimet olurdu. Hem beyaz köpekte saldırabilirdi. Ama bereket versin, köpek masum bir şekilde yerinde yatıyordu.

Geri dönmek istedi, ama yağmur o kadar şiddetlenmiş ve yıldırımlar o kadar çok çakmaya başlamıştı ki, mecbur olarak girmek zorunda kaldı.

Kulübenin yanına yaklaştığında tedirgindi. Üstü ve kenarları kapalı bölgede bulunan koyunların seslerinden anlaşıldığı üzere, içeride bulunan kişi veya kişiler çoban olmalıydı.

Kulübenin tam yanına yaklaşıp, pencereden içeri bir göz attı. İçeride sadece bir kişi vardı. O da seccade başında namaz kılmış, tespih çekiyordu. Pencereye arkası dönüktü, yüzü görünmüyordu.

Kulübenin kapısını tıklattı Bahtınur, sonra beklemeye başladı.

Az bir zaman sonra kapı açıldı. İçerideki kişiyi tanıyordu. Allah Allah, ne işin var senin burada...

Sonra içerideki kişi Bahtınur'a; ''Hoş geldin Bahtınur'' dedi.

Can ile Nas'ın SavaşıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin