Bölüm 19-8

39 8 0
                                    

Arasatta kalmıştı Bahtınur, Hızır dedenin dedikleri de çok doğruydu. Belli ki Serdar tekin biri değil, diğer üçü kadar cani birisiydi. Hatta insan bile değildi.

Haklısın dedem diye cevap verdi Bahtınur, birer bardak daha çay içtikten sonra müsaade istedi.

Eve gidip yatağına uzandı. Düşünüyordu. Hızır dedeyi dinleyip gitmemek mi, yoksa güneşin batışını Serdar'la beraber izlemek mi. Aslında ayan beyan ortadaydı her şey, ama Bahtınur'un basireti bağlanmış gibi hareket ediyordu.

Yatağında kalkıp aynaya baktı. Belki de iyi birisidir Serdar, kötü biri olsa o yemek almaya gelen kişi niye mektup göndersin ona. ''Onlardan uzak dur, o üçü kötü insandır'' diye ikaz etmiştir mektubunda belki. Olamaz mı?

Evet olur.

Bahtınur koymuştu kafasına, güneşin batışını onunla izleyecekti.

Evden çıkıp kuaföre gitti, sonra mağazadan yeni elbiseler beğendi. Serdar'a da öyle güzel şeyler almıştı ki iki, üç poşete sığmıyordu.

Yahu ben ne ara âşık oldum Serdar'a bu kadar, beni ona ne bağladı.

Anlık aşık olmasının nedenini bulamıyordu Bahtınur. Aslında bulmakta istemiyordu. Bir vesvese gelmişti ki tarifi mümkün değil. Aşkından ortadan yarılacak gibi oluvermişti.

Nihayet yola koyuldu Bahtınur. Güneşin batışına yarım saatten az bir zaman kalmıştı. Sahile de on dakika içinde varmış olurdu.

Kalbi küt küt, anlamsız bir hevesle atıyor, bacakları titriyor, ama bunu Serdar'a olan aşkından dolayı sanıyordu.

Sonu karanlık bir yolda ilerliyordu Bahtınur.

***

Dün gece

Seccar, elini cebine atınca zarfı fark etti. Zarfın geleceğini ve kimin göndereceğini biliyordu. Ama tek başına açıp okumaya korktuğu için iki katlı, mavi pervazlı Rum evine, arkadaşlarının yanına gidince açmaya cesaret edebildi. Yanındaki Samir'e, Tanjar'a ve Azhap'a da korku bastırmıştı.

Elleri titreyerek zarfın kapağını açıp içindeki kâğıdı çıkardı. Normal bir insanın göremeyeceği, görse bile okumayacağı bir dil ile yazılmıştı.

Elbette ki yenilmeye mahkûmsunuz, diye başlayan mektupta, uzunca şeyler yazılmıştı.

Mektubu korku ve nefretle sonuna kadar okudu Seccar. Fakat bir şey diyemedi, yorum bile yapamadı. Sadece var gücüyle buruşturmakla yetindi.

Sonra Bahtınur eve gelmiş ve bir önceki bölümde olan şeyler cereyan etmişti. Ama evde Samir'i ve Seccar'ı görmedi Bahtınur.

***

Uzaktaki bankta arkası dönük bir şekilde oturan biri vardı. Bahtınur monttan tanımıştı. Bu arkası dönük oturan Serdarın ta kendisiydi. Usulca yanına sokulmak, gözlerini kapayıp, ''bil bakalım ben kimim'' demek istiyordu Bahtınur. Her adımda heyecanlanıyor, aşkı depreşiyordu.

Az bir mesefa kala telefonu çaldı Bahtınur'un. İlk önce açmak istemedi, bakmadı telefona. Sonra iyice yaklaşmışken bir daha çalmaya başladı. Bu sefer çantasından çıkarıp kimin aradığına bakmak istedi. Arayan lokantacı Ahmet amcaydı.

Hayırdır inşallah deyip açtı telefonu Bahtınur. Serdar'ın yanına varmaya otuz-kırk metre anca kalmıştı.

Efendim Ahmet amca diye cevapladı telefonu. Hayırdır inşallah bir telaşe yok değil mi?

Yok kızım yok, sadece eti getiren çoban yanımda ve seninle konuşmak istiyor diye cevap verdi Ahmet amca.

Bu cevabı alan Bahtınur duraksadı ve boğazını temizledi. Olur Ahmet amca.

Delikanlı telefonu Ahmet amcadan alıp konuşmaya başladı.

Gitme, gittiğin yerin dönüşü yok, dedi Çoban.

Efendim anlamadım dedi Bahtınur.

Buraya gel, sana verdiğim emaneti gömdüğün yere gel. Hem emanetimi de getir gelirken dedi çoban cevap olarak.

Emaneti gömdüğüm yer; Çoban dede mezarı.

Emaneti ise, yemek almaya gelen kişinin verdiği zarfın diğeri.

Bahtınur gerisin geriye dönüp yürümeye başladı. İçindeki Aşk duygusu gitmişti oracıkta, yerini korkuya bırakmıştı.

Arkasına dönüp baktığında, Serdar'ın ayağa kalktığını Bahtınur'a doğru geldiğini fark etti.

Yüzü asıktı, elinde bir şey vardı bir şeye sarılı, ne olduğu belli olmuyordu.

Koşmaya başladı Bahtınur, sonra Serdarda koşmaya başladı.

Arabaya vardığında çok az bir mesafe kalmıştı yetişmesine. Bahtınur gaza basmasıyla araba hareket etti. Serdar, yani Seccar neredeyse arabanın kolunu tutmak üzereydi. Ama tutamadı, yetişemedi Bahtınur'a. Nefret dolu bakışlarla Bahtınur'un gidişini izledi.

Ne yapıyorum ben. Neden insanların öğütlerini, tavsiyelerini, hatta ikazlarını dinlemiyor, kulak arkası yapıp burnumun dikine gidiyorum.

Kalbi küt küt atıyor, bacakları titriyor ve dikiz aynasında arkasını izliyordu Bahtınur.

Hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti kendisini. Yapa yalnız, kimsesiz ve çaresizdi.

Arabasını direk Muğla yoluna sürmeyi, okul başlayana kadar buraya gelmemeyi, hatta okulu bile bırakmayı düşündü. Artık düşmanları ona zarar vermeye bile başlamış olabilirlerdi.

Ama kimseye bir zararı olmayan bu genç güzel kıza, kim niye zarar vermek istesin ki.

Murat'ı aramak mıydı suçu. Yoksa çocukluğundan beridir duyduğu, ama anlamını bilmediği fısıltıların, aklında tutamadığı kelimelerin bir tezahürü müydü bu karşısına çıkan insanlar. Ya da, başka varlıklar.

Arabasını kenara çekti Bahtınur. Ne yapması gerektiğini, neyin mantıklı olduğunu muhakeme etmek istiyordu. Bir tarafı Muğla'ya gitmek için yalvarıyor; Diğer tarafı başka maceralara atılmak için çırpınıyordu.

Yine macera yönü ağır bastı Bahtınur'un. Arabasını çalıştırıp sürmeye devam etti. Şimdiki gideceği yer bir mezarın başıydı. Sahilden kat kat daha fena, korku dolu bir yer ve karşılaşacağı kişinin de kim olduğunu, neci olduğunu da bilmiyordu.

Can ile Nas'ın SavaşıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin