Kulaklarını tırmalayan, ama rahatsız etmeyen. Yıllarca hasretliğini çekmiş gibi, dinledikçe huzur bulduğu bir ses kulaklarının dibindeydi.
Evet dibindeydi, yanı başındaydı. Hemen başucunda ağlıyordu. Yeni doğmuş, ya da bir kaç gün önce dünyaya gelmiş bir bebek; beyaz örtüyle sarılmış bir halde duruyor ve avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
Kimindi bu bebek, niye ağlıyor, başucundan niye duruyordu. Başını yastıktan kaldırıp gözlerini ovalamaya, daha net görmeye çalıştı bebeği, ama nafile.
Biraz önce gördüğünü sandığı bebeği şimdi göremiyor, ama ağlama seslerini aynı netlikte duymaya devam ediyordu.
Şimdi buradaydı, nereye gitmiş olabilir. Yoksa ben yataktan doğrulunca onu aşağıya mı düşürdüm.
Hemen yerinden kalkıp elleriyle yeri yokladı. Hiçbir şey bulmadı. Biraz daha ovaladı gözlerini, ortalık her zamankinden daha karanlık gibi görünüyordu.
Sonra ayağa kalkıp el yordamıyla arayarak Elektrik düğmesini bulmaya çalıştı. Buldu, ama ışıklar yanmadı. Elektrikler kesilmiş olmalıydı.
Ses gelmeye devam ediyordu. Fakat bu sefer biraz daha uzaktan, dışarıdan, sanki bahçeden geliyormuş gibi hissetti.
Pencereden dışarı bakmaya, dedesine seslenmeye ve sesin nereden geldiğini sormaya çalıştı. Pencereden baktı ama dedesini de göremedi. Elektrikler kesilince içeri girmiş olmalı diye düşündü. Hem havada rüzgârlı, kasvetliydi.
İçine bir titreme geldi Bahtınur'un. Zangır zangır titriyordu yaz ayı ortasında.
Bu titreme üşümekten mi, korkudan mı, yoksa biraz sonra göreceği şeylerin heyecanından mı bilinmez, ama titremesi gittikçe arttı. Seste aynı oranda yükselmişti.
Aşağıya inmeliyim diye düşündü Bahtınur.
Bazen ayağını, bazen elini kolunu sağa sola vura vura, aşağı inebildi. Bir şey görünmüyordu bahçede.
Bulutların arkasında mahpus kalmış hilal, biraz olsun ışığını göndermeyi başarmış, içeriye nazaran dışarısını azda olsa aydınlatabilmişti.
Kulaklarını tırmalayan, ama rahatsız etmeyen sese dikkat kesilip yürümeye başladı Bahtınur. Bu ses bahçeden de değil, bahçenin dışından; karşı sokaktan, belki daha da uzaktan geliyor olmalıydı.
Bebek sesine, ağıtlar, ağlamalarda eşlik etmeye başladı. Bebeğin ağlamasına dayanamayan annesi de ağlamaya başlamıştı herhalde diye söylendi. Anne ve bebeği gecenin bu saatinde, dışarıda ve ikisi de ağlıyor. Akıl erdirecek iş değildi.
Bahçe kapısından çıkıp, sağa mı, ya da sola mı gitmeliyim diye kendince istişare yapıp, sol tarafa doğru yürümeye karar verdi. Sonra yanıldığını anlayıp, geri döndü ve sağ tarafa doğru yürüdü. Ses, sağ taraftaki sokaktan geliyordu.
Yürüdü, yavaş yavaş ürkütmeden, korkutmadan yürüdü. Bebeği ve annesini korkutmaktan korkuyordu. Ama kendisi de ziyadesiyle korkuyordu.
Yürümeye devam etti Bahtınur. Az daha yürüyüp köşeye vardı. Köşenin başında birisi, arkasını dönmüş halde ve hiç kımıldamadan, bir yöne dikkat kesilmiş şekilde bekliyordu. Bebek ve inleme sesleri de, bu kişinin baktığı yön tarafından geliyordu. Arkası dönük kişinin yanına yaklaştı Bahtınur, cesaretini toplayıp; ''sende sesi duyuyor musun'' diye sordu arkası dönük kişiye hitaben.
Bu kişi yine dönmeden cevap verdi. ''Ben bu sesi her an duyuyorum, hiç aklımdan çıkmıyor ki'' diye cevap verdi.
Bu kişinin sesi tanıdık gelmişti Bahtınur'a. Tam yüzüne bakacak, kim olduğunu anlayacaktı ki...
***
Yüksek bir ses ile gözlerini açtı Bahtımur. Şimşeğin şiddetli sesi kâbusunu yarıda bölmüş, uykudan sıçrayarak uyanmasına neden olmuştu.
Hemen yerinden doğrulup pencereden dışarı baktı. Dedesi ibadetini yarıda kesmiş, seccadesi topluyor, kuran-ı kerimi dolaba koyuyordu. Dede, ağlayan bebek sesi duydun mu diye soracak oldu, ama vazgeçti. Sonuçta rüyaydı duyduğum sesler, gerçek olmamalı diye düşündü, fakat yine de merakına yenik düştü.
Kâbusta gördüğü kişiyi tekrar görürüm umuduyla evde çıkıp, gördüğü yere ve sesin geldiği yöne gitmeye karar verdi. Ama dedesi daha bahçedeki çardakta yağmurun azalmasını bekliyordu, içeriye girmemişti.
Yağmur dineceğe de benzemiyordu, bilakis şiddeti biraz daha artmıştı. Bunu anlayan dedesi de koşar adımlarla çardaktan çıkıp, eve girdi. Beş dakika sonrada, Bahtınur hareket etmeye başladı. Yavaşça bahçe kapısını açıp dışarı çıktı ve sağa doğru yürümeye başladı. Ne ile karşılaşacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Güya kâbusta görmüş olduğu kişiyi yine göreceğini, sesini duyduğu bebeği de bulacağını umuyordu.
Yine şiddeti bir gök gürlemesi yaşadı Bahtınur. Bu sefer daha çok aydınlanmıştı ortalık. Aklı olan bu vakitte ve yağmurun altında dışarıda olmazdı. Hayvanlar bile dayanamayıp, sığınacak bir yer bulmuş ve oraya sığınmıştı.
Yavaş adımlarla yürümeye devam etti Bahtınur. Nihayet rüyada gördüğü köşeye varmıştı. Önce sağına soluna bakındı, ardından sesi duyduğu yöne doğru yürümeye niyet etti, fakat cesaret edemedi. Arkası dönük olan kişi burada bekliyordu dedi içinden, sonra şu tarafa, yani sesin geldiği yöne doğru bakıyordu dedi. Ama şimdi o kişide yok, ses de duyulmuyor. Dönsem mi geri, sabah bir daha gelip o zaman mı baksam. Birilerine mi sorsam, gece ses duyan oldu mu desem gördüğüm kişilere.
''Gece vakti ne sesi, kafayı mı yedin demezler mi'' bana, alay etmezler mi?
Yoğun bir mücadelenin içine girmişti Bahtınur. Gece vakti yağmurun altında ne yapacağını şaşırmıştı.
Sonra, biri şemsiye tuttu başının üstüne, saçlarına gelen yağmur damlaları artık gelmez olmuştu. Kimdi bu kişi, şemsiyeyi tutan kimdi. Bu sefer Bahtınur'un arkası dönüktü.
''Canım. Ne işin var burada'' diye bir ses duydu Bahtınur. Bu ses, rüyada duyduğun sesin aynısıydı.
Evet, Bahtınur bu sefer hatırlamış, tanımıştı sesin sahibinin kim olduğunu.
Zühre. Bir eliyle şemsiyeyi tutuyor. Bir eliyle de arkadaşının yüzünü kuruluyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Can ile Nas'ın Savaşı
TerrorDaha önce okuduğunuz korku hikayelerini bir kenara bırakın... Korkuyla ümidin, sevgiyle nefretin içinde bulacaksınız kendinizi. Korkudan diliniz tutulurken, üzüntüden burnunuzun direği kırılacak.... Göz yaşlarına hakim olamayacaksınız. Çok yakınd...