(28.Bölüm) Aasraf'ın İhaneti

15.1K 873 97
                                    


Genç adam, öğrendiği gerçeklerden o kadar bunalmıştı ki asla yapmam dediği bir şeyi yapmış ve karısını bir başına bırakıp gül bahçesinin karanlığında yorucu bir koşuya başlamıştı. Yorgunluk bedenine ve ruhuna ağır geldiğinde pes etmiş soluğu kadını ve oğlunun sığınağında almıştı. Aklını kaçırmak üzereydi olanlar yüzünden ve kime hesap soracağını bilemiyordu.

En sonunda sıkıntılarını unutacağını bilerek, sırtı göğsüne yaslı karısına sımsıkı sarıldı ve elini kıpır kıpır oynayan oğlunun üzerinde gezdirirkenki keyfi başka hiçbir yerde tatmadığına yemin etti içinden sıkıntılarını şimdilik unutarak. Bu kadın huzurdu ama şimdi değerli hediyesi ile bambaşka bir yere oturmuştu kalbinde. Vazgeçilmezliğini bebeği ile taçlandıran ruhunun eşi Mâlik'in kalbinde, yerini sarsılmaz, kırılmaz bir tahtla en sağlam şekilde edinmişti. Doyamadığı kokusu artık daha bir güzel, daha bir sarhoş ediyordu genç adamı ama dokunmaya kıyamıyordu bahar yeline.

Hastaneden çıkmasının üzerinden yaklaşık bir ay geçmesine rağmen mecburen toparlanmıştı. Çünkü yalnız kendisinin değil, en değerlisi olan kadınının da tehlikede olduğunu çok iyi anlıyordu. Önceki suikastların gönül kıblesine değil, sadece kendisine yönelik olduğunu düşünmüş ama son olan olayda yanıldığını anlamıştı. Kendisi kadar karısı da topun ağzındaydı ve şimdi birde oğlu, canının parçası eklenmişti koruması gereken sevdiklerinin arasına.

Şüphelendiği birkaç kişiyi araştırtmış ama onların masumiyeti kanıtlandığında şaşırsa da kabullenmişti. Geriye sadece adını birkaç kez yanlışlıkla duyduğu bir yabancı kalıyordu. Zafir Damre!

Kim olduğunu az çok öğrendiği bu adamın, kendisi ile alıp veremediği her ne ise eğer son suikast girişiminin altından da bu adam çıkarsa sonu ne olursa olsun öldürecekti O'nu. Asla acımayacaktı karabasan misali mutluluğuna kast eden adama.

Sarı saçlı sultanına gelince, tek kelime etmeden hesabını sormuştu yaptığı yaramazlıkların. Bazen hiç yoktan ağrıları tutmuş, bazen fenalaşmıştı ama rahatsızlığının geldiği gibi aniden gitmesi ile karısının gazabını üzerinde hissetmeyen genç adam bu durumu sorgulamıştı sessizce. Güzel meleği sessiz sedasız ve sırlı gözlerinde korkulu bir acı ile her defasında inanıp kendini üzünce bu oyunları da bıraktı Mâlik. Çünkü en son yaptığı numaradan hastalığında, karısı fenalaşıp, daha fazla dayanamayıp, bayıldığında aklını kaçıracaktı neredeyse. Zavallı karısının yüzü sararmış ve bu hastalıklı renk birkaç gün geçmediği gibi mide bulantıları anormal derece artınca Mâlik'in yakasına yapışan pişmanlık, korkuyla iç içe geçmişti. Sonrasında genç adam artık gerçek olan ağrılarını bile belli etmemek için büyük bir çaba sarf ederek gizledi karısından. Yoksa ya oğlunu ya da gece güneşi, gündüz yıldızı olan kadını ölümün soğuk kollarına teslim edeceğini anladı ve yaptığı aptallığa hayıflandı.

Gerçi Mâlik ne kadar gizlemeye çalışsa da, Yıldız'ın acı dolu gözlerinden anlıyordu karısının her şeyin farkına vardığını. Özellikle boynundaki zehrin izi öyle bir yakıyordu ki tenini, kararmış eti alev alıyordu sanki. Dişini sıksa da bu güçlü zehri tamamen atamıyordu içinden, tıpkı imkânsız aşkı gibi. Kalbini söküp atmak istediği zamanlar olduğu halde ona da yenik düşmemiş miydi benliği?

İşte şimdi de aşk zehrine eşlik eden acı bir zehir daha hükmediyordu bedenine kimselere aldırmadan. Bu acı zamanlarında Mâlik, Yıldız'ın yanında kalmıyor başka bir odaya kapanıyordu. Odasına her geri dönüşünde ki perişan Mâlik, nefesini karısının huzurlu kokusunda tazelemek istercesine sığınıyordu sinesine. Doktorlar tüm yaralarını iyileştirmiş ama bedenindeki bu acıya çare bulamamışlardı. Kendi kendine 'belki kalplerine ayrılığı yüklediğim insanların ahının karşılığıdır bu acı' diye sessizlikle kabulleniyordu kanında dolaşan acımasız ölümü.

Kum Kelepçe  ( Kum Diyarı Aşkları-1/ Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin