Herkese İyi Okumalar :)
***
"Ben kıyamet tufanı, sen benim kıyametimken.
Kurtuluş mu sanırsın gitmeleri.
Biz mahşere seninle sözleştik, ya sevgili!"
(Mâlik bin ESVED)
***
Neler oluyor anlam veremedi genç adam, bir süre zamanın dili sustu, yaprak bile kımıldamadı sanki nefeslerin tutulduğu o kabulleniş anında. Bekledi önce içindeki kabullenişi ilk inkâr ederek ama gel gör ki her şey açık değil miydi? Neyin inkârıydı bu? Söküp atmak istediği aşk acısının mı? Yoksa gözlerinin gördüğü ihanetin mi?
Yavaş ama kararlı adımlarla öfke sisi yükseldikçe, kuvvetlendi fırtına ve sonunda patlak verdiğinde oda yerle bir olmuş, kırılmadık tek parça kalmamıştı. Kasırganın acısı önüne geçtiğinde diner gibi gözüken öfkesi bu kez içindeki tüm hisleri talan ediyordu yere oturmuş, başı sol elinde.
İhanetin acı derinliğini, en koyusu ile yaşamasına neden olan kadını düşünürken Mâlik, öfke sisinin ardına saklanan gerçekleri görmez oldu ne yazık ki! Bu güne kadar çok kereler yüzleşmişti elbette ihanet denen ölü duyguların gölgesiyle ama bu gördüğü, en büyüğüydü ihanetlerin ve en can alıcısı.
Ne yazıktır içindeki kimsesiz çocuk tekrar terki diyara sürüklenmişti, sevdiği bir kadın tarafından. Kalilah'a acımayan bu yürek ona, gönül kıblesi edindiği kadına kıyabilecek miydi gerçekten? Evet! Dilim dilim doğrasa da kalbini, kendi kanında acıyla boğulsa da alacaktı bu aşağılamanın hesabını.
Aşkı bile engel olmayacaktı Mâlik danen fırtınayı durdurmaya. Onların cellâdı değil, kilitlendikleri cehennemin bekçisi olacak, rezilliklerinin bedelini, dudaklarından kopan acı feryatlarla ödetecekti ikisine de...
Yine de bir yanındaki saflığı inanamıyordu gördüklerine hâlâ. Sorguluyordu aklındaki en güzel anları önüne getirerek. "Nasıl gider o adamla? Nasıl ihanet eder anlatmaya kelimelerin bile yetmediği aşkıma?!" diyordu hep.
Ne var ki öfkesi, o saflığın daha fazla daha konuşmasına müsaade etmeden "Neden yapmasın? Elinde ne var, ne yoksa senin yüzünden kaybetmedi mi? Sen onu ne zaman hak ettin, şimdi kaybettiğin için hayıflanıyorsun?' diye kırıyordu Mâlik'i. Sesin kalbinden geldiğini bilen adam, yumruğunu göğsüne indirdi defalarca.
Neyi kabul ederse etsin, ya da inkâr, bir gerçeği kimse değiştiremezdi. Ölüyordu bu et parçası o kadının yokluğunda ve o terk edip gitmişti kendisini, hem de onursuzca. Ardına bile bakmadan, olacakları bir kere bile düşünmeden.
Ama neden?
Her şey yoluna girerken neden şimdi gitmişti ki? Ya bu da bir oyunsa, ya onu zorla götürdüyse o aşağılık adam? Mantığı, aptallığına kahkahalarla gülüyordu çünkü o yosma da giderken gülümsüyordu. İçinden birbiri ardına edilen her sorgunun sonu tek bir cevap veriyordu Mâlik'in inanmak istemeyen kalbine. O gitti!
Şiddetli bir şok hali sirayet eden Aasraf inanamıyordu olanlara. Bu imkânsız, bu yalandı kesinlikle çünkü kardeşi asla böyle bir onursuzluk yapamaz, daha doğrusu yapmazdı. Lakin ekrandaki adam Vahid'in ta kendisiydi işte. Nasıl ve neden geri dönmüştü? "Sultanım hemen en kötüsünü düşünmeyelim. Vahid'i siz tanımasanız da ben tanırım sultanım, o yapmaz!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kum Kelepçe ( Kum Diyarı Aşkları-1/ Tamamlandı)
RomanceAnkara'nın kalabalığında başlayıp, Arap diyarının ıssız çöllerine mahkûm, deli bir sevda. İki kor yürek ve büyük bir acı. Dili ile değil ahireti ile seven bir adam, tutsaklığın da aşkı bulan güzel, mahzun bir peri. Kandırılarak, hükmü-aşka mahkum e...