Canolar, bu sürpriz ve şakacı bölümü bitirenlere duyrulur! Kara Günler Mevsiminde Mâlik ve Yıldız sizi çocuklarıyla birlikte bekliyorlar :)))
****************
Bu gün Güneş, Türkiye'ye dönüyordu Mısır'dan. Kazı için değil, araştırma için gitmişti iki ay önce, onunda öncesinde Amerika'daydı kızımız. Ne yazık ki çocuklar çok hızlı büyorlardı ve biz anne babalar bunun farkına varamıyorduk. Güneşte de öyle olmuştu, çok büyümüştü benim gümüş gözlü kızım ve çokta güzeldi.
Babası bana çok benzetiyordu ama o benden bambaşkaydı her şeyiyle. Bir kere gücü benim gibi acılarından değil, kendine özgüveninden geliyordu. Dik yürüyüşünün ardından babası vardı, biliyordu ne olursa olsun babası onun korur kollardı. Oysa benim en büyük düşmanımdı babam. İçki içtiği de oluyordu ama dertlerini bir lahza da olsun unutmak için değil, dostlarıyla hoş sohbetlerine meze diye. Gülüyordu tasasızca, gülüyordu yarınlarına. Belki ağladığı da oluyordu ama sadece hasretten, o da bize. Yalnız henüz aşkı tanımadı, kalbi de kırılmadı hiç. İşte bu beni çok korkutuyor, diğer yandan ise Mirza Yiğit gibi bir adama âşık olması için dua ediyordum.
Ahmet Tuğrulum, babası Ahmet'in neredeyse birbir kopyası gibiydi, sıpa hiç bana benzemiyordu. On üç yaşına gelmişti. On yaşına girdiğinde ona Ahmet'ten bahsettik, önce sessizleşti, sonra abartılı bir neşeye saldı kendini ve en sonra ağlayarak Yiğit'e sığındığı o günü hiç unutamıyorum. Bana değil, koşarak benim gece gözlümün kucağına tırmanmış ve "Benim babam sensin!" diye ağlamıştı.
Hayır bunu asla kabul edemzdim, Yiğit'te etmedi zaten ve ona Ahmet'in nasıl bir adam olduğunu anlattık. "Beni sevmeyeceksin artık değil mi?!" hayır tabii ki Yiğit onu çok sevmeye devam etti, öyle ki neredeyse ağabeyinden üç yaş küçük Emir Yiğit'im isyan etti babasının ilgisizliğinden. Sonunda bir dengeyi kurabildi benim zavallı kocam.
O ara bile Güneş'i asla ihmal etmezdi. Şimdi ise geliyordu Yiğit'in Güneş'i ve benim koca adamım yerinde duramıyordu. Çocukları evde bıraktı ve havaalanına gitti kızını karşılayacakmış. Beni bile almadı yanına hergele ama gece sorarım ben ona bunun hesabını.
Gerçi bu aralar biraz mahzun Yiğit, dört ay önce Kaya'yı kaybettik. Adam hastalıktan değil, ne yazık ki kurşunlardan öldü. Mafya arası bir hesaplaşmaydı anladığım kadarıyla. Yangın bize kadar sıçrayacaktı ki Yiğit otoritesini konuşturdu ve Kaya'nın kızlarını, karısı Fatma'yı da çekip aldı o gayya kuyusundan. Ne var ki bunun karşılığında intikamından vazgeçecekti. Geçti de...
Aşağıdan gelen gürültülerle şaşırdım doğrusu. Tamam Yiğit biraz küskündü küçük aşkına lakin "Asla anladın mı Güneş, unut o dediğini!" diye daha ilk günden sıralamazdı. Biraz kulak misafiri olunca anladığım ne olduğunu. Sanırım Güneş yılbaşından hemen sonra bilmem nerede ki bilmem ne kazısına katılacaktı, babası da tam aksini bağırarak anlatmaya çalışıyordu.
Hayır anlamıyorum bir kız fiziksel olarak annesine bu kadar benzerken, diğer her yönüyle nasıl olurda hepten babası olurdu. "O valizle birlikte seni de denize atarım Güneş! Kime diyorum, ne diyorum lan ben!" Ovv Yiğit 'lan' diyorsa gerçekten öfkeden delirmiş demektir, hele de Güneş'e diyorsa.
"Sen atmazsan ben kendimi atacağım baba! Ard Al-Ramal'daki o kazıya katılacağım işte!" Ard Al_Ramal mı? Aslında tanıdık ülkeymiş; Vahid, kızımıza kol kanat gererdi ama Yiğit'in derdi başka işte. Dediğim gibi Güneş yılın neredeyse on ayı başka ülkelerde, çok çok iki ayını Türkiye'de geçiriyordu ve bu hasret Yiğit'e kaldıramayacağı kadar büyük geliyordu artık. Güneş ise oldukça özgürlükçü bir ruha sahipti ve geçmişe olan merakı onu bizden uzaklaştırıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kum Kelepçe ( Kum Diyarı Aşkları-1/ Tamamlandı)
RomanceAnkara'nın kalabalığında başlayıp, Arap diyarının ıssız çöllerine mahkûm, deli bir sevda. İki kor yürek ve büyük bir acı. Dili ile değil ahireti ile seven bir adam, tutsaklığın da aşkı bulan güzel, mahzun bir peri. Kandırılarak, hükmü-aşka mahkum e...