********
Karanlığım da sen oldun, güneşim de.
Dilimdeki âhımın adıydı Nejima, gönlümde ki nefeste.
Allah'ın ömrüme verdiği en güzel hediyemdin kadın,
Ahiretime seçtiğim gönül kıblem, kanımın sahibesi sultanım.
Ölümde benden yüz çevirmeyenim, refahım da aşkını kalbime yemin diye bağladım
Bal rengi sırlı gözlerine meftun, uğruna mecnun olduğum yârım
(Mâlik bin Esved)
***
(Güvercin Saray)
*******
Nayef Hamada el Sayni yıllar önce alınmadığı sarayın kapısında bir kez daha öfke ile dolanıyordu yanında küçük bir orduyla. Hâlâ diriydi öfkesi, hâlâ canlıydı ateşi. Sultan Mâlik gibi bir adamdan elbette daha aşağısını beklemezdi ama içerde olan diğer adamdı asıl öfkesini harlayan. Çünkü dışarı çıkan Arram, utanmaksızın yüzüne "O benim kadınım Saiyni ve sen benim olandan uzak duracaksın! İstediğin zaman kızlarını görebilirsin ama Adala'nın tek sahibi benim bundan sonra!" diyerek meydan okumuştu. Şimdi ise içerde olabileceklerden bir haber yıllardır beklediği kadını bir kez daha diken üstünde bekliyordu ve bu bekleyiş diğerlerinden çok farklıydı, emindi Nayef.
Ülkesini bile uğruna terk ettiği kadını bırakmayacaktı o adama kesinlikle. Yanında ki adamlarına toplanma emri verdiğinde, ilkinki takip eden ikinci emir saldırıydı elbette. En önde ise kendisi duruyordu tüm heybetiyle kapıya hücum etmek için. Eğer Aasraf savaş istiyorsa tamam, Adala için yıllardır verdiği bir savaş vardı zaten, şimdi de savaşırdı ve öyle de yapacaktı. Yine de korkusunu körükleyen o iki yumurcaktı, eğer onlara bir zarar gelirse, Adala asla affetmezdi kendisi için savaşan aşığını ama yine de girmeliydi içeri.
Kapıya varması ile muhafızların tek vücut olması aynı anda olduğunda onların bu askeri idare güçlerine hayran kaldı bir kez daha. Ve lanet olsun ki bu eğitim o adamın, yani Aasraf bin Arram'ın eseriydi. Kendi ülkesinde savaş narasını ilk atan elbette Aasraf olmuştu ama bunu karşılıksız bırakmak demek, aşkından vazgeçmek demekti ve durmamalıydı Nayef. Ne var ki önündeki muhafız alayını aşması imkânsız görülüyordu. Bir şeyler yapmalı ve yıllardır verdiği emeğin meyvesini, yani Adalası'sının aşkını şimdi kazanmalıydı, yoksa yenilgi o adamın gözlerinde ki zafer ışıltısının parlaklığına kapılmak üzereydi...
İki küçük kız annelerinin ardından sürüklenir gibi ilerliyorlardı bilmedikleri bu dünyada. Burası annesinin anlattığı masallardaki saraya ne kadar da çok benziyordu. Üstelik her gün kot pantolon ve tişört giyen anneleri bile bir başka görülüyordu üzerindeki parlak kırmızı kumaşın içinde. İklima'da bu elbiselerden istiyordu kesinlikle, çünkü annesi prenses gibi gözüküyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kum Kelepçe ( Kum Diyarı Aşkları-1/ Tamamlandı)
عاطفيةAnkara'nın kalabalığında başlayıp, Arap diyarının ıssız çöllerine mahkûm, deli bir sevda. İki kor yürek ve büyük bir acı. Dili ile değil ahireti ile seven bir adam, tutsaklığın da aşkı bulan güzel, mahzun bir peri. Kandırılarak, hükmü-aşka mahkum e...