Medya= Elissa (Law)
İyi okumalar...
***
Bir kar tanesi mi yüreğin avuçlarımda erimeye mahkum?
Gel; çöl ol benimle, yağmura hasret kalsın topraklarım.
Beni kavuran güneşim olmana da razıyım, yeter ki ruhumu kat ömrüne.
Aşka gidişlerim yasaktı benim, dönüş yollarını bilmem.
Yıldız ol geceme, yol göster aşka cahilliğime.
Güller veremesem de sana, emrine amadeyim dikenlerimle.
(Malik Bin Esved...)
***
Sükutun huzurunu ne bozardı en çok. Elbette kırık bir kalpten yankılanan hıçkırık yüklü sözsüz bir ağıt. Tıpkı Mâlik'in odasının sessiz sükutunu bozan Yıldız'ın acımasız hıçkırıkları gibi.
Kocası az önce tek kelime etmeden gittiğinde, yeniden bir yalnızlık korkusu çöktü sol yanına ama aslında bu değildi genç kızın derdi. Kocası! Ne kadar yabancıydı bu kelime dudaklarına. Hiç bilmediği bir ülkede, hiç tanımadığı ve hatta dillerini bile anlamadığı yabancıların arasında sıkışmış hissediyordu kendini. İşte buydu asıl korkularını gözyaşlarına karar gibi ağlamasına neden olan. Daha doğrusu sebeplerden biriydi bu.
Belki de en güzeli polise gidip teslim olmaktı. Hem hiç bir suçu yoktu ki onun. Sonra aklına hava alanında polislerin elinden çantasıyla birlikte o heykeli de aldığı gelince, "Hakikaten hiç suçun yokmuş Yıldız" dedi. O gün tam da bir suçlu gibi davranmamış mıydı? "Ben görsem o görüntüleri, kesin suçlu bu kız derdim" diyerek kendi olmayan suçunu itiraf etti elinin ayasını başına vurarak.
Gözlerinde ki batma hissine inat bir müddet daha ağladı düştüğü duruma. Sonunda gözyaşlarının hiç bir şeyi değiştirmeyeceğine kanaat ettiğine çıplak bedenine çarşafları sarıp girdi banyoya. Aynada gördüğü aksinden utandığın da eğdi başını, çünkü tahammülü yoktu yansımasına bile.
Sonra yeniden bir cesaret baktı yüzüne. Bedenine ve ruhuna işlemiş gecenin izlerini tavaf etti ela gözleri. Dudakları öpülüp emilmekten kızarırken, boynunda ve göğüslerinde ki aşk ısırıkları çekti bakışlarını kendilerine. Bunlar geçirdiği ağır gecenin görülen hatıralarıydı, kalbindeki görülmeyen depremlerin aksine.
Hızla aynaya ardını döndüğü an, bacaklarının arasında hissettiği sızı ise bedenindeki diğer tüm izlerden daha çok hatırlatıyordu genç kıza, o adamın bütün gece bedenini mesken eylediğini. Canı çok yanmıştı doğru, ama hissettiği her mutlu yok oluş anında ki tamamlanmış hissi, şimdi bile titretiyordu bacaklarını.
Tüm bunların arasına, gece yaşadığı güzel anlar değil, Mâlik'e karşı koyamamasıydı kendinden nefret etmesine, utanç hissetmesine neden olan sebep. O adam şimdi kocası mıydı gerçekten? Nasıl, ne ara olduğunu hâlâ akıl sır erdiremiyordu bir türlü. Sanki bir kukla gösterisinde gibiydi iplerini tutan eli göremediği. Nasıl hiç tanımadığı, bir kez bile görmediği bir adamı aylarca rüyalarına misafir edebilirdi? Nasıl dokunuşları yabancı olsa da, bu kadar tanıdık olabiliyordu dudaklarının tadı? Onu daha önce hiç görmediğine emindi oysa genç kız.
Bedeninde onun kokusunu alınca, her anı zihninde yeniden canlandı ve yine ağlamaya başladı. "Hayır! Âşık falan olmuyorum! Sakın kendini kaptırma. Evine dön, bir yolunu bul ve ailene dön!" Aynada kendine bağırarak söylediği kelimeleri yazıktır ki ne kalbi, nede ruhu kabul etmiyordu. Sadece mantığı ve bulanmış beyni onaylıyordu, öpülmekten şişmiş dudaklarından çıkan kelamları. Ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerini kapadı, çünkü kendini görmeye tahammülü yoktu bir kez daha.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kum Kelepçe ( Kum Diyarı Aşkları-1/ Tamamlandı)
Storie d'amoreAnkara'nın kalabalığında başlayıp, Arap diyarının ıssız çöllerine mahkûm, deli bir sevda. İki kor yürek ve büyük bir acı. Dili ile değil ahireti ile seven bir adam, tutsaklığın da aşkı bulan güzel, mahzun bir peri. Kandırılarak, hükmü-aşka mahkum e...