Elinde tuttuğu son evrakı da çantasına koyduğunda yeni bir koşuşturmanın başladığını biliyordu. Pazartesi günü genç kız için oldukça hareketli geçmişti. Güney Kore seyahatinden önce şirkette yapılması gereken son toplantılarını yapmış, ertesi güne yetişmesi gereken belirli raporlar için gecenin geç saatlerine kadar çalışmıştı. Bu konuda Barkın'ın da kendisine bir hayli yardımı dokunmuştu. Belirli bir saate kadar birlikte çalışmışlardı. Sonrasında ise genç kız uyuyacağını söylemiş, genç adamı evine gitmeye ikna etmişti. Oysa tüm işini bitirmeden uyumayacağını kendisi de biliyordu. Hazırladığı valizini unutmuş olabileceği bir şeyler olmasın diye bir kez daha kontrol ederken dikkatli davranıyordu. Üç gün için gerekli olabilecek her şeyi aldığını fark ederek valizinin fermuarını kapattı. Derin bir nefes çekti içine. Boy aynasının karışına geçerek bir kez de kendisini inceledi. Beyaz renkli sade elbisesinin içinde oldukça güzel gözüküyordu. Tek parça halinde olan elbise diz kapaklarının üzerinde bitiyor, kolları ise dirseklerinde son buluyordu. Yolculuk boyunca rahat edebileceğinden emin değildi ama artık geri dönüşü yoktu. Kırmızı renkteki ince topuklu ayakkabılarını da hızlıca ayaklarına geçirerek yerinden kalktı. Küçük el çantasını bir eline alıp, valizini ise diğer bir eliyle çekiştirerek kapıya doğru ilerledi. Son anda aklına bir şey gelmişçesine gerisin geriye dönerek duvarında asılı olan posterine baktı. Bir sabah güneşi gibi iç ısıtan gülümseyişi dudaklarına yayılırken "Nefes aldığın ülke de, karşılaşacak mıyız sence?" diyerek fısıltıyla konuştu. Posterden hiçbir yanıt gelmediğin de gözlerini devirip bir elini havada sallayarak "Eh be, Min Ho! Sende hiç konuşmuyorsun ama." diyerek yeniden arkasına dönerek ayrıldı odasından. Genç kızın bu halini birisi görse bir kez daha deli olduğunu düşünebilirdi. Bir den aklına Esila geldi. Sabahın bu saatinde neden aklına geldiğini bilmiyordu ama o olsaydı gerçekten delirmiş olabileceğine dair yorumlar yapabileceğini düşündü.
Valizini hafifçe kaldırarak ağır adımlarla basamakları inmeye başladı. Bu sırada üst kattan inen Devrim hızlı adımlarla genç kızın yanına gelip "Abla, bırak bana ben indiririm," deyip genç kızın elindeki valizi aldı. Deren kardeşine minnetle gülümseyerek "Önce bir günaydın deseydin, bebeğim." dedi. Devrim gözlüklerinin ardından gözlerini kısarak "Günaydın, ablacığım." diyerek genç kıza göre hızla merdivenleri inmeye başladı. Deren ise kardeşinin ardından gözlerini devirmekle yetiniyordu. Devrim elindeki valizi kapı girişine bırakarak mutfağa doğru yöneldi. Deren'de hemen ardından içeriye girerek çoktan uyanmış olan ailesine baktı. Derin yarı uykulu bir şekilde çayını yudumlarken, Mustafa Bey ve Sine Hanım oldukça dinç görünüyordu. Genç kız bir tek kendisinin uyku problemi olduğunu düşünmeden edemedi. Bir türlü alışamıyordu şu erken uyanma olayına. Aklındaki düşüncelerini savuşturarak masanın boş tarafındaki yerini aldı. Şimdi ise Derin ile karşı karşıya gelmişti. Genç kızın uykulu gözlerini görünce tek sorunun kendisinde olmasını anladı. Mustafa Bey bir yandan çayını yudumlayıp, diğer bir yandan da gazetesine göz gezdirirken Deren'in geldiğini fark ederek bakışlarını gazetesinden ayırdı. Sesine sahte bir kırılganlık ekleyerek "Babaya günaydın demek yok mu, hayatım?" dedi. Genç kız babasının sesiyle bir kez daha kendine gelirken, aslında henüz ayılamadığını biliyordu. Pazartesi günü ve gecesi kendisi için haddinden fazla yorucu geçmişti. Sabah gözlerini açtığından şu anına kadar doğru düşünemediğinin kendisi de farkındaydı. Haliyle masaya oturur oturmaz günaydın demeyip midesine birkaç bir şey göndermenin derdine düşmüştü. Gözlerini açıkta tutmaya çalışarak babasının yüzüne baktı sesindeki bitkinlikle "Günaydın, babacığım. Henüz uyanamadığım için aklımdan çıkmış olmalı. Kusuruma bakma olur mu?" diyerek mahcup bir tavırla bakışlarını önünde duran tabağına indirdi. Mustafa Bey gözlerini kısarak genç kıza bakmaya devam ederken "Kendini bu kadar çok yormanın gereği olmadığını biliyor olman lazım. Kimse senden geç saatlere kadar çalışmanı istemiyor." diyerek biraz sertçe konuştu. Ölümün eşiğinden dönen kızının bir de işleri yüzünden hastalanmasını istemiyordu. Üstelik bu gün yeni bir iş için seyahate çıkacaklardı. Lakin kızının kendi bildiğini okuyan yönünü çok iyi bildiğinden ne söylerse söylesin fayda etmeyeceğini de biliyordu. Genç kız babasının sesindeki sinir tınısı yüzünden biraz gerildiğini hissetse de ters bir şey söylemek istemiyordu. Yine de savunma mekanizması kendinden önce uyanmış olduğundan burnunu havaya kaldırıp "Tabi ki de kimse benden böyle bir şey istemiyor ama eğer bir işe adım atmışsam bunu layıkıyla yapmak zorundayım baba. Beni belki de benden iyi tanıyorsun. Sen bana hayır dersin ben bunu evet olarak algılarım. Bu yıllarca böyle sürdü. Evet, dün gece bir hayli geç saatte uyudum ama yetiştirmem gereken, bir kez de benim incelemem gereken raporlar vardı. Bu işe beni seçtiğinde böyle olacağını biliyordun. Bunu bilerek beni böylesine büyük bir sorumluluğun orta yerine bıraktın. Şimdi bende üzerime düşen ne varsa onu yapmaya çalışıyorum." deyip konuşmasını bitirdiğin de, Mustafa Bey'in mavi bakışları gururla parlasa da içten içe kızı için endişe ediyordu. Düşüncelerini gizlemeyerek "Ben seni düşündüğüm için böyle konuşuyorum, Deren. Yoksa şu kısa zamanda yaptığın her şeyden bende memnunum ama biraz daha kendine dikkat edebilirsin." dedi. Deren babasına sıcacık bir gülümseme bahşederken "Bundan sonra daha dikkatli olacağım," deyip çayından bir yudum daha alarak ayağa kalktı. "Ama artık gitmeliyim. Şirkete geçmem gerekiyor." diyerek babasının yanına geldi. Mustafa Bey boynuna dolanan kollar ile gülümserken "Barkın gelmeyecek mi?" diye sordu. Genç kız babasının iki yanağından da uzunca öperek "Hayır babacığım. Kendi aracımla şirkete geçeceğim. Oradan da eksikleri tamamlayıp Barkınla havaalanına gideceğiz," diyerek yanıtlayıp bu kez de babasının hemen yanında oturan Sine Hanım boynuna sarıldı. Aynı şekilde annesini de öperek "Hayaldi gerçek oluyor Sine sultan. İş için bile olsa sonunda gidiyorum." diyerek gülümsedi. Sine Hanım boynuna sarılı olan kolları öperek "Aman git, git. Çekik gözlülerinde seni bekliyor zaten." diyerek kollarını boynundan ayırıp karşısına geçen kızının gözlerine baktı. Kocasını her yurt dışı seyahatine yolladığında ne hissediyorsa kızı içinde aynı şeyleri hissediyordu. Biraz korku, biraz da endişeydi bunlar. Deren'i gözünün önünden ayırmak istemezken, bunu dile getirememek canını sıkıyordu. Çünkü kızının kendisini dinlemeyeceğini biliyordu. Genç kız masaya bırakmış olduğu çantasını eline alarak "Çekik gözlüler bekliyor mu bilmiyorum ama ben Lee Min Ho ile karşılaşmayı deli gibi bekliyorum. Dua edin bana(!)" deyip gülümseyerek kapıya doğru ilerledi. Ailesi de hemen arkasından geliyordu. Kapıyı açıp dışarıya çıktığında arkasına dönerek annesine ve babasına baktı. Onlarından ardından ise Derin ve Devrim'e. Vedalaşmayı sevmiyordu genç kız çünkü en son birilerine veda ettiğinde kendisini mezarlıkta bulmuştu. Bu yüzden hiçbir şey söylemden valizini çekçek kısmını açıp usul usul arabasına ilerledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çünkü Beni Sevdin | Tamamlandı | Maviye Tutkun Serisi-1
Romansa☆ Tüm hakları şahsıma aittir. ☆ Gölgesinde yaşayacağı geçmişi olmayan bir adam, Geçmişin acılarını unutmaya çalışan yaralı bir kadın. Ortaya çıkmayı bekleyen onlarca sır, aydınlatılmayı bekleyen karanlık bir geçmiş. İmkanların imkansızlığına yenik...