"Neden Ben"

220 40 401
                                    

Bir hafta geçmişti aradan; Ekim, artık Eylül’ü kovalayıp yer edinmek için hevesleniyordu, sıcaklar da bunaltıcı özelliğini yitirmiş, az buçuk ısınsa da hava, giderek serin bir hüviyete bürünüyordu.

Beykoz’un sırtarındaki kırsal bir alana gelmişti Kenan; giderek çoraklaşan topraklar, sonbaharı karşılamak için gün sayarken güneş, öğlen vaktinin hararetini barındırıyordu ve Kenan, içinde bulunduğu hüzün libasına yaraşır bir biçimde somurtmuş, karşıdan kendisine doğru gelmekte olan siyah renkli arabaya bakıyordu. Aracın durmasıyla Kenan, sırtını yasladığı giderek yapraklarını dökmeye çalışan iri kıyım ağaçtan ayırdı. Musa’nın araçtan inmesi, onun gözlerinin dolmasına neden oldu. Musa da hüzünlüydü, yutkunup aracın kapısını kapattı ve Kenan’a doğru yürüdü. Karşılıklı durduklarında Kenan:

“Ne denir reis?” diye sorunca Musa, derin bir nefes alıp:

“Vatan sağ olsun denir evlat!” dese de Kenan, pek de tatmin olmadığını:

“Peki, bu şekilde vatan sağ olur mu reis?” diye sorarak gösterdi.

“Olur evlat, bal gibi olur!”

“Olmaz reis, olmaz! Cihat, bir hiç uğruna öldü! Köklerini kazımak varken bu itlerin, neden aralarına girmeye çalışıyoruz, halen anlamış değilim!”

“Sana, asıl gerçekleri anlatmanın tam da zamanı!”

Kenan, gözlerini kıstı.

“Neymiş o gerçekler reis?”

Musa, derin bir iç çekti ve gözlerini Kenan’a dikti. Kenan, Musa’nın neler anlatacağını merak etmeye başladı; belli ki onun da canı sıkılmıştı Cihat konusunda, pek de belli etmese de, o da üzülmüştü. Ama Kenan, asıl gerçeklerin ne olduğunu, kendi içinde sorgulamaya başladı. Musa, gözlerini ileriye dikmiş ve kendi içinde muhasebeye tutuşmuştu; Kenan’ın delirince neler yaptığını, aklını kaybedince ne işler çevirdiğini biliyordu, nitekim onun elinde büyümüş gibiydi ve bir nevi babası sayılırdı. Bu sessiz ortam, bir an da olsa esip gürleyen yelin dallarda yarattığı uğultuyla delindi. Musa, konuşma gereği duydu.

“Kendisine Pars denilen Hamdi Çeliker, KURUL adında bir suç örgütü kurmuş ve başına geçmiş! Her dalda hakim olan bu örgüt, aslında maşa görevi görüyor.”

“Nasıl? Kimlerin maşası peki?”

“Yalnız İstanbul değil, Türkiye’nin her yerine sızmış durumdalar! Büyükşehirlerde söz sahibi, mekan ve iş sahibi bu örgüt, aslında kime hizmet ettikleri belli değil! Dış mihrakların mı ya da iç mihrakların mı bu örgüte sırt dayadığı, şu anlık aşikar değil! Bizim amacımız…”

Kenan, araya girdi.

“Beni aralarına sokup bu gizemi çözmek…”

Musa, başını salladı.

“Aynen evlat!”

Kenan, tekrar sırtını ağaca yasladı.

“Desene yolum uzun, çetrefilli ve bilinmez…”

“Bak evlat! Neden seni seçtiğimi, hiç düşündün mü?”

Kenan’ın aklına dank etti; bu soru, birden gelip beyin çeperinin baş köşesine kuruldu, aklına tekmeler salladı ve Kenan, adeta bu soruyla dolup taştı.

“Sahi reis, neden ben?”

“Ben bu planı kaleme alırken, aklımın başköşesine seni yerleştirdim! Senin kabiliyetin, gücün ve yeteneğin, bu işe hakim! Donanımlı, yetenekli ve akıllı birisin! Elbet yaşadıkların, seni çökertmiş olabilir! Ama yaralı aslan, sağlam bir aslandan daha tehlikeli ve cüretkârdır! Seni seçtim; çünkü sen yaralı bir aslansın, cüretin her şeye kadir, iraden her şeyin üstünden gelir.”

HAYATIMIN GAYESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin